19 Ekim 2015 Pazartesi

niye yaşıyorum - şiir / 1978


niye yaşıyorum 

ardıç ağacında iki sığırcık
şehir uzak
ben
şakıyorum
orta yerinde ormanın
güçlü bir nehir
şehir hala uzak
ben hala
akıyorum
benim cirmim
kainatta zerre kadar
niye çağırıyor şehir
ben niye
yaşıyorum

1978 – Bodrum / Arif Şekip Kermesoğlu




9 Ekim 2015 Cuma

Chronic - (Kronik) En İyi Senaryo Ödülü

Chronic – (Kronik)



Babamın, uzak bir şehirde, sabaha kadar öksürükten uyumadığını bildiğimden, üzülmemek için telefon açıp hal hatır soramıyorum. Aslında uğraştım. Ne yaptıysak işe yaramadı. Kronik bir öksürük, yakasını bırakmıyor. Çaresizlik canımı acıtmıyor ama nefret ediyorum. Aradığımda; “iyiyiz diyelim iyi olalım,” kalıp sözüyle geçiştiriyor. Bir kaç gün önce “psişik” yönü kuvvetli bir arkadaş Beyoğlu sinemasının önünde kuyruk başı yapıp beni zorla “Chronic” filmine soktu. Filmde umarsız insancıklar, aileden olmayan, “saplantılı” bir hasta bakıcının ellerine teslim oluyordu. Ve muhtaç ve mağdur o insancıkların yanında aileleri handiyse yok gibiydi. Sinema salonunda bir iki kez boğazımı temizledim. Öksürmemek için.
Aileler yoktu diyorum ya; gerçek manada yanında olmaktan bahsediyorum. Film boyunca, uzak şehirde sabaha kadar öksüren babamla kaldım. Benden daha fazla, o karanlık salonda, benim duyumsadıklarıma benzer bir halet-i ruhiye ile kalanlar olduğuna emindim. Nitekim, başroldeki aktör, hasta bakıcı rolünde bir kanser hastasıyla bu anlattıklarım çerçevesinde yaşama asılırken, orta yaşın üzerinde bir kadın hıçkırıklarla Beyoğlu sinemasının salonunu terk etti. Perdenin içinde, filmin tam merkezindeydi. Öyle öksürük, hıçkırık derken benim de bunun üzerine şu aile bağları meselesini Chronic’in anlattıkları ve anlatmak istedikleriyle ele almam şart oldu. Yazarsam hafiflerim belki diye düşündüm. 
Lie to Me dizisinin başarılı başrol oyuncusu Tim Roth, Chronic’te hasta bakıcı David rolünde. Bu arada dizi, özgün senaryosu ve Tim Roth’un yine sıradışı oyunuyla ortalamanın çok üzerinde onu da arada belirteyim. Neyse; filme gelirsek; filmin “saplantılı” hasta bakıcısının adı David, David kadar sade bir ad nereden bulunacak ki? Koyun çobanı peygamber. Bir yanıyla gerçekten de peygamber gibi bir hasta bakıcı David.


Baktığı hastalarla arasında, öyle uzun zamana da bırakmadan katastrofik neticelere evrilen bir ilişki kurmaya mahkum bir adam. “Saplantılı” ifadesini filmi izleyeceklere haddinden fazla “spoiler” vermemek için daha çok kurcalamam gerekiyor. İyi bir profesyonel hasta bakıcı olarak bile yapılamayacak kadar sınırları zorlayan düzeyde işini yapmayı seçmiş. Roth, oyunuyla başlangıçta bizi de hayranlık ve gıpta ile inandırıyor. Sonra gerçek ortaya çıkıyor; çıplak ve yardıma muhtaç vücutların uzun sahnelerde arındırılması, temizlenmesi mevcut düzen içinde “profesyonel bir hizmet sunumundan” öteye bir anlam taşımakta olduğu ortaya çıkıyor. Film ilerledikçe bunu keşfediyoruz. David’in her hastasında; işinden öte onlarla bir bağlılığı oluşuyor ve her hastasında gidermeye çalıştığı bir eksiği olduğunu anlıyoruz.
David, "işindeki" bütün kibarlığına karşın, hastaların aileleriyle hemen hemen hiç iletişim kurmuyor. Bu vurgu ta en baştan sonuna kadar özenle yönetmence de işleniyor. Aileler yok sayılıyor, öteleniyor. Birer anthichrist yaratılıyor. David, hastayı ellerinden alıyor, sahipleniyor. Mefhumu muhalifinden; aileler çaptan düşmüş, artık "yük" olmuş yakınlarını David'e gönüllüce bırakıyorlar. Sanırım senarist ve yönetmen -ikisi aynı kişidir- ortaklaşa şu kanaati DNA’larımıza nüfuz edene kadar işlemeye karar vermiş. Zaten aile bağları denilen şey tecimsel ve sistemin ürettiği şeylerdir. Bunu şimdi yazalım da UNUTMAYIN! Şimdi filmdeki o hüzüne bulanmış temayı şöyle iyice havalandıralım.
Bakıma muhtaç hale dönüşünce; işte o insan, -hatta ekonomik amortismanını tamamlayan o insan denilen nesne- aile ilişkileri zaviyesiyle nereye konumlanabilir? Daha çok, açık izah edelim. Mevcut düzen içinde yaşamını idame ettirmekte olan aile bireyleri, işe gitmekte, alışveriş yapmakta, başka şehirlerde çalışmakta, kısacası günlük yaşamda sistemin dayattığı görevleri bihakkın yerine getirmek için çaba göstermektedir. Evilik, çocuk gibi unsurlarıyla oluşturulan aile denilen kurumun temel işlevi mevcut düzenin idamesi için topyekün hizmet etmektir.
Çarklar dönecek!
Pekiyi, o kutsal sanılan kurumun içinden birisi çok yaşlanma, hastalık, sakatlık gibi nedenlerle aileyi öngürülen hizmeti vermekten alıkoyarsa, mazallah, ne yapılacak? Düzen bu işi de çözmüş; hemen başvurulması gereken tedbirler vardır. Hasta bakıcı tutmak bu tedbirlerden birisidir. Bakımevleri, kreşler, akıl hastaneleri gibi ilave tedbirleri bilmektesiniz. Film o tedbirlerden birinin öznesi David'i bize sunuyor. Hasta bakıcı David’i merkeze alıp, işine gücüne devam eden, kenarda kıyıda dolaşıp caka satan aileleri ise kör kuyulara atıyor. Aile bireyleri, "yaşam devam ediyor," deyip düzenin çarkını döndürmek için var güçleriyle çalışmaya devam ediyorlar. Netleştireyim:


Filmin bir sahnesinde; kızına metastaz (sıçrama) yapmış kanser sonuçlarını, “her şey yolundaymış,” diye haber veren annenin kızından aldığı yanıt bizi filmin aile bağları fenomeninde sonuca götürüyor. Siz ne yanıt almış derken ben komik bir şey söyleyeyim mi? Senarist (yönetmenle aynı kişi) en iyi senaryo ödülünü Cannes’da bu diyalog ile almış bile olabilir.
“İyi o halde, bu ay sonu gelmem gerekmeyecek.”
Bu umursamazlık değil, bu vefasızlık değil, vicdansızlık hiç değil... Böyle bir kuru düşünceye, ilkel duygu sömürüsüne ihtiyacı da yok filmin. Film kestirmeden diyeceğini çoktan demiş zaten. Konu duygular, bağlar, ilişkiler odaklı, bu tamam ama tartışılan bunları yapılandıran, belirleyen, ortaya çıkaran sistem. Filmin işi bütünüyle sistemle. 
Bütün suskun, dingin ama çığlık gibi akan olaylar olup biterken David, kanser hastası kadının kemoterapi yüzünden altına yapmış haliyle uğraşıyor. Tüm ayrıntılarıyla kadının kıçını temizlerken görüyoruz peygamberimizi. David her defasında elinde sabunlu bir bez ya da sünger ile büyük bir özveriyle hastalarını temizlerken mevcut sistemin cilasını solduruyor. Yönetmenin sistemin renklerini soldurarak sorgulama işi o kadar çok hoşuna gidiyor ki; dakikalarca David ile birlikte bir banyoda biz de sorgulamaya eşlik edip, selam çakıyoruz. Yönetmen ısrarla hastaları o en sönümlenmiş hallerinde bir yabancı tarafından temizlenirken vermeyi deniyor. Ve bilinçli bir vaiyette aileleri saklıyor. İzleyiciyi David’ten de ailelerden de tiksindirecek kadar David’in muhtaçlara sarılması yeğleniyor. David'in bunu para için yapmadığını ta en baştan ve kesinlikle artık anlayabiliyoruz.
Söyledim. Ölünce cenaze sahibi olacak kadar ileri giden bir saplantı David'inki. O, David'i peygamerleştiren spoiler’e yeniden değinmek istemiyorum ama filmin içinde bunun nedeni olarak sunulan olay kanımca yeterince inandırıcı değil. Senarist David’i baştan sona bir saplantıyla başkasına muhtaç hastaların, yaşlıların yanında tutacak sağlam bir gerekçe aramış ve bence bulamamış. Bulduğu şeyse, önemli bir eksikliği doldurabilmek için kullandığı saçma, - hadi haksızlık etmeyeyim- kolay bir dolgu malzemesinden öteye geçmiyor. Bu zayıf, cılız gerekçeyi yönetmen her ne kadar David’in dağılan ailesini eğreti bir biçimde akışa sokarak gerçekçi kılmaya çalışmışsa da bence imkansızı deniyor. Olsun! Senarist yine de işini eksiksiz yapmış. Odaklandığımız nokta da zaten David'in neden ailelerden daha fazla hastalarıyla ilgilendiği değil.
Senarist ya da yönetmen olarak Franco'nun filmde seçtiği “son” da yukarıdaki kertede değerlendirilmeli. Hangi senaryo grubuna verilirse verilsin, hangi yönetmen parmağını bu işe sokacak olursa olsun gördüğümüz sondan başka bir son sakil kalırdı. Evet bu klasiğimsi bir sondur ama izah ettim ya, çok da önemli değil. Hiç bir izleyiciyi alışılmadık bir “son” ile buluşturma görevi yönetmene verilmemiştir ki zaten. Değil mi efendim? O ana temayı vermekle mutlu ve tatmin olmuş vaziyettedir. Bu zaviyeden bakınca eleştirilecek şey yönetmen ya da senarist olmaktan çıkıyor. Klasik son –hatta klasik değil de mecburi son demeliyiz- için filme en iyi senaryo ödülü damgası vuran jüriye laf edebiliriz ancak. Bilmem anlatabildim mi?
Tema ne? Aile denilen mefhum, tam da mevcut düzen tarafından böyle, filmdeki gibi kurgulanan bir şey. Açıkça soruyor film; bebekliğinizde kıçınızdaki bokları silen annenizin size gereksinim duyduğu anda günlerce kıçını temizleyebilir misiniz? İsteseniz bile mümkün kılan bir sistem var mı? En başta kurulan ve tamamen içgüdüsel olan anne-bebek ilişkisinden yola çıkılırsa, kapitalist dünya düzenin oluşturduğu anne-evlat ilişkisi, anne-evlat ilişkisi midir? Filmin içinden ilerleyelim ve işin içine başka aile bireylerini de sokalım. Felç geçirip aniden yatağa mahkum kalan babanızla, günlerce en hoşlandığı şeylerden biri olan porno film izleme fikri sistemce formatlanmış iç dünyanızda nasıl bir kasırgaya neden olur?
Chronic, benim oturup izlediğim koltuğu bulup oradan izlerseniz, müthiş bir düzen eleştirisi. Başka koltuklardan izlemeye çalışırsanız arayı da beklemeden çıkma hakkı veriyorlar. Bu bir.
İyi ki telefon var; babamı arıyorum. Bu da iki.

Babam beş yüz kilometre uzaktan şöyle demeye devam ediyor. “İyiyiz diyelim, iyi olalım.” Bu da üç.

Yönetmen ve Senarist: Michel Franco 
Oyuncu: Tim Roth



Kitapsevenlerle - Ekim 2015