istanbul, dev bir
buldozerin ayakları altında çiğnenmeden
yol alamaz insanlık bu ve şu kıtada
kadim uygarlıkların mihenk taşı denen uydurmaca
heyhat yalanların
dibi yok yeryüzü cehenneminde
şehir denen
cehennem her daim varsıl işportacılarının elinde suratı asık bir gelin
ürkünç ve yasaklı
ve yol yordam bilmez densiz
bir şehir
istanbul, ayyaş
kendi halince saygıdeğer yerinde sözdür zaman içinde
lakin ona demek için ruhsuzluğun ayyuka çıkması icap eder
kız kulesinde
inci boncuk satılır parasıylan
denize bakmak
parasıylan üsküdar’dan
yıkılsın
insan
barikatlardan
çıkmak için bekleyen askerlerin
güdülmüş hasret
soluklarını içinde kirletmekle meşgul
kuleli
istanbul,
akortsuz seslerin bulutları göğünde acayip
dibinde zehirli
sularıyla muzdarip
arasında nüfus öğütmekte olan kocaman liberal bir
değirmen
yedikçe aç kalan mahsus yaratılmış bir canavar
istanbul, kahir
ekseriye kadınların cünüp ve ahlaksız din sohbetlerinde teşne
ödülsüz bir
despot mezarlığı
sanayi, emek, maalesef erkek bedenleri işlemiş ruhsuzluğuna
çırakları var,
çakalları bey, gidilemez yolları inşa eder ne cehennem ama, ne cehennem, ne
cehennem
istanbul, sabahları,
öğlen arasına kadar ziftlenmeyeceklerinden mütevellit canları yananlarıyla
birlikte
dindarlaştıkça
akıbeti solan muhteşeme imar kuvözü
istanbul,
gazapları kızgın yağ yemiş altı yüz yıl evvel, sur altlarında
tecavüz edilmiş
kadınların çocukları sürüyor hükmünü şimdilerde şurada burada orada
urgan bağlıyorlar
şehir hatlarında kaşarlı tost ve portakal sularının arasındaki hesaplanamaz
boşluğa
gelir gelir
gelmez de yenilir bir haletiruhiyedir pazar akşamları
boğazdan bin gemi
geçer, içinde herze, içinde herzevekil, içinde
dışı miskinlik kokar sabahları gece yarılarına
kadar
yanaşır parayla
şişirilmiş eski bir yalının yanıbaşına gemiler, burada ruhsuz burada işvesiz,
burada şehirli, burada vesait
pisler, pisler ve kaçar
istanbul, ağıza
alınmayacak kadar ağır bir küfürdür merkezinde fuhuşun
namussuzluk üzre
şarkı yazar ince oğlanları ve doyumsuz körpe kızları ilkin aşksız, nihayet
aşksız
birbirinden yürütülmüş asırlık kalıplarla
“bir film şeridi
gibi geçer” her ibnelik boydan boya
karadeniz bir
yana
marmara ege’ye
yanaşmış, kaçtı kaçacak
en leş
gülüşleriyle iğrenç bir kabir halinde arşa yükselir pespayelik
bileklerinden
küreklere sabitlenmiş milyonluk kürek mahkumu nüfusuyla
zalim bir güneşin
içini oyduğu çürük bir balık mezarlığına benzeyerek
yavaşçacık
sahneden çekilmeyi beklemektedir de durum müsait değildir
o vakit zamanı
geldiğinde
metan gazıyla
dolu ve üstü çöplerle örtülü kocaman bir kerhane olmaktan öteye hiçbir hevesi
kalmamış şişirme bir deha olarak anılmaya başlayacaktır kitaplarda
istanbul, gülleri
parayla, kokusuz ve şırfıntı
kancık bir köpek
su içmektedir tekmelenmek için kaldırımlarında bir uğursuz vakitte
cehenneme doğru
döşenmiş yol işaretlerinin arasında her harfinden bir parça işlenerek
yaratılmış ışıltılara bakarak milyonlarca manyak yol almaktadır
istanbul kimin
nasıl ağzına sıçtığını bildirmek ister de ve bilir de herkes
sanırsın ki;
tepeden tırnağa asalet ve insanlık taşıyan mahlukat pis bir sırnaşıklıkla maaş
günlerini beklemektedir yeniden yenilmek için
vasisi şeytan bir
şehirdir mahcemaline şiir yazılır sırf bu yüzden
sırf bu yüzden
bir okulu alıp
buradan ta şu bilmem neredeki şehre taşımak mecburiyeti hasıl olmuştur tarihin
bir kaç yerinde içinde talebeleriyle
istanbul, geceyi
sever, beslendiği her ne varsa kötülükten, şerden ve fesattan yana, çıkar bir
akşam vakti, sönümlenir sabah kuş görünür olduğunda
herkes kavgalı,
herkes...
istanbul, bir
incir ağacı yaparağından aşağı karga boku düşerken şehvetle kasılmaktadır
altında
tanrı başını ne
vakit uzatıp baksa, cehenneminden bir parça görmektedir
bu yüzden,
yalnızca bu yüzden hiçbir tanrı, hiçbir gün cehenneminden umutlu değildir
istanbul başıboş
bir şehirdir
tanrının el etek
çektiği bir eşsiz cehennem
mustafa doğan - kurtuluş 1979
ölü şairin defteri
ölü şairin defteri