bir film izlesen şu eski sinemada
kadın ayaklarını ısıtmakta
sanki yüreğine iyi gelecek
erkek siyah zeytin yiyor
ortası delik eski bir gazetenin üstünde
çöp kutusunun yanında yaşlı bir köpek uyuyor
mevsim bazen ilkyaz
güneş arada bir kameraya vuruyor
perde üzerine yürüyor o vakit
yanında eğreti oturuyorum
sesim soluğum ölü
ışıklar açılsa yok'um
dışarıda sigara dumanı
tellendiren sanki ben
film yeşilçam
artis bi figüran her karede
daim tren geçiyor orta yerinden
beni götürüyor bir kompartıman
sen memelere sarılmış kuzusunu görüyorsun
çimenleri ve kayın ağacını
sinema eski mi eski
hüzün kokuyor localarında
sen yalnız oturuyorsun
yanında ben
gong vurulsa duyacaksın
duyacaksın bir türkü var dilimde
sen artis bi figüran söylüyor sanacaksın
şatafatlı bir gazino sahnesinde
bir film izlesen şu eski sinemada
çıktığın sokak ayaklarına dolanacak
ben sonsuza kadar geçmeyeceğim oradan
eski bir yunan tanrıçası yazacak
şiir gibi yazgımızı
anadolu denilen cennette
ali mirbende - aşağı ayrancı 1986
25 Ocak 2015 Pazar
15 Ocak 2015 Perşembe
seni de özlüyorum ya / bir ankara şiiri
şimdi seni özlüyorum ya
kışın orta yerinde
boğazımda bir rakı kekreliği
sağım solum sobe
ayaklarımı toplamışım altıma
parkın adı filanca şair
tütüyor cigaram
bank onun
yalnızlık ondan sirayet bana
soğuk eyvallah, hem de çok soğuk
ama bi dinle, bi dinle kenar yerinden
ciğerlerim çıkıyor
aklıma bir selanik türküsü düşüyor
gülüyor komşum deli
biliyor kahr sözlerini
şimdi ben bu vakit
seni de özlüyorum ya
tanrıları şaşırtıyorum
yağmurun dövdüğü ıssız bir sokaktan
bereket topluyor toprak
içine çağrıyor gayri beni
vakitsiz
şımarık
mülteci
hazırım, isteyen istesin
herkes sarhoş şu köyde
şu köy haritada bile yok
seni de özlüyorum ya
hepsi bana düşman
nüfussuz
yazıyorum, yazıyorum yok okuyan
yılanlar öldürülüyor tarlalarında umudun
o dem
fareler basıyor yaşamayı
seni de özlüyorum ya
kırıp demirden kapısını
dalıyorum aşktan içeri
soğuk ama cidden soğuk
pişiyorum
geçiyor hamlığım
seni de özledim ya
inat etsem, hayvanca inat etsem
itin biri olsam hani
kızıla boyalı bir güneş
ithal eder
önce boynundan öperim
öperdin
iki peri bacasının arasından
çalarım masumiyetini
çalardın akıbetimi
seni de özledim ya
temkini bırakma elinden
kır döşümü
al yüreğimi
öleyim
Mustafa Doğan - Aralık 1981 / Hamamönü
ölü şairin defteri'nden
kışın orta yerinde
boğazımda bir rakı kekreliği
sağım solum sobe
ayaklarımı toplamışım altıma
parkın adı filanca şair
tütüyor cigaram
bank onun
yalnızlık ondan sirayet bana
soğuk eyvallah, hem de çok soğuk
ama bi dinle, bi dinle kenar yerinden
ciğerlerim çıkıyor
aklıma bir selanik türküsü düşüyor
gülüyor komşum deli
biliyor kahr sözlerini
şimdi ben bu vakit
seni de özlüyorum ya
tanrıları şaşırtıyorum
yağmurun dövdüğü ıssız bir sokaktan
bereket topluyor toprak
içine çağrıyor gayri beni
vakitsiz
şımarık
mülteci
hazırım, isteyen istesin
herkes sarhoş şu köyde
şu köy haritada bile yok
seni de özlüyorum ya
hepsi bana düşman
nüfussuz
yazıyorum, yazıyorum yok okuyan
yılanlar öldürülüyor tarlalarında umudun
o dem
fareler basıyor yaşamayı
seni de özlüyorum ya
kırıp demirden kapısını
dalıyorum aşktan içeri
soğuk ama cidden soğuk
pişiyorum
geçiyor hamlığım
seni de özledim ya
inat etsem, hayvanca inat etsem
itin biri olsam hani
kızıla boyalı bir güneş
ithal eder
önce boynundan öperim
öperdin
iki peri bacasının arasından
çalarım masumiyetini
çalardın akıbetimi
seni de özledim ya
temkini bırakma elinden
kır döşümü
al yüreğimi
öleyim
Mustafa Doğan - Aralık 1981 / Hamamönü
ölü şairin defteri'nden
14 Ocak 2015 Çarşamba
bir film yazısı değildir… yine de bir filmi anlatıyorum; incendies
bir film yazısı değildir… yine de bir filmi anlatıyorum; incendies (1)
Boko Haram, katliam yapmak için geldiğinde
en çok yaşlıları ve çocukları öldürmüş. Elbette bir de anneleri. Binlerce yaşlı,
çocuk ve kadından söz ediliyor. Niye? Kaçamamışlar. Yaşlılar ve çocukların
fiziki güçsüzlüklerine annelerin ayaklarını bağlayan merhametleri eşlik etmiş
olmalı ölüme giderken. O halde savaşı yetişkin, güçlü erkeklerin çıkardığını
söylesek de ceremesini en ağır kadınlar ve çocuklar çekiyor. Çocukları bir kez
öldürebiliyorlar ama anneleri önce kirleterek, sonra çocuklarının acısını
yaşatarak ve en sonunda da canlarını alarak yavaş yavaş yok etmeyi seçiyorlar.
Çok “insansı”. Sözle anlatmak kolay mı bunları? Mümkün. Filme çekilir mi?
Herkesin harcı değil demek gerekiyor. Incendies (Türkçe’ye İçimdeki Yangın diye
çevrilmiş) denemiş ve başarmış bir film. İzlediğim en iyi on filmden biri
kesinlikle. Öncelikle izlememi öneren kadına sevgilerimi yolluyorum ama ayrıca
diyeceklerim de olacak. Ondan da söz edeceğim elbette başka bir yazımda. Ama
sabırsızlıkla şu film hakkında hemencecik yazmak geliyor içimden.
Sinema salonlarında film bitmesine yakın
hazırlıklara başlar insan ya... Hani, yan koltuktan mont alınır, hadi diye
yanında oturana bakılır, rahattı koltuk, sıcaktı burası denir, ne yesem
şimdinin telaşına düşülür... Öyle değil işte. Incendies biterken bir müzik
başlıyor. ( https://www.youtube.com/watch?v=6pB4nKIX-fc ) Müzik çıplak haliyle de güzel ama bu kadar da çarpmaz insanı. Filmin
sonu geldiğinde çarpılıyorsunuz. Müzikle birlikte size şok yaşatıyor. Sanki kendi
tabutumuzun altında yürüyor gibiyiz o müzikle yazılar geçerken. Biri cehennemin
kapısına kadar getirip bırakmış, kötürüm olmuş bekliyoruz. Az sonra yakacaklar
bizi. İnsan denilen nesnenin her günahı için biz yakılacağız. Az önce
izlediklerimiz, günah defterlerimiz. Tüm suçların cezasına biz hüküm giymişiz.
İnsan olarak doğmak yeterli böyle düşünmek için. Her şey kanıtlı, sabit,
aşikar... İnsan, bir küfür sözcüğü tek başına. Olay kurgusu içinde hangi
yaşatılanı hazmetmeye çalışacağımıza daha karar vermemişken, keskin, acıtıcı
bir sonla irkiliyoruz. Ürperiyoruz. Sarsılıyoruz. Kaç sözcük daha bulabilirim
bilemiyorum. Yalnızca o “kahpe” sonla yaşamıyoruz travmayı, baştan sona insan
denilen yaratığın içi dökülüp, her aleniyet kazandırıldığında karşısında
eriyoruz, çürüyoruz. Vahşi bir şeyiz, neyiz çok bilmiyorum ama gerçekten
vahşiyiz. Çocuklar ölüyor gözlerimizin önünde. Çocuklarla vuruyorlar anneleri.
Film bitiyor ve biz dağılamıyoruz. Ben hala Daresh’teyim, senaristin kurgusal
şehrinde, bir üniversitede... Kimse çıkmasın. Tüm kadınlara tecavüz edilene,
her çocuk öldürülene kadar ayrılamayacağız buradan. Hep birlikte kusma seansına
katılacağız.
Hamile kadınların ellerinin büyüdüğünü,
büyüdüğünü izliyorum, doğuruldukça öldürülüyoruz. Film çok açık söylüyor. Ölüm
asla bir hikayenin sonu değilmiş, izi kalır diyor film. Sırlarımız ifşa olup,
ayyuka çıkarsa özgür kalacağımızı anlatıyor. Yanılıyor. Film yanıldığını bile
bile yanılıyor. Bir artı birin kaç ettiğini matematik asistanı kadına soruyor.
Bir ediyor. a artı b üssü n eşittir x ise tanrının varlığına ikna olmamızı
istiyor. Film boyunca tanrı nerede diye sordurduktan sonra hem de... Tanrı
varsa, bunların müsebbibi kim diye bağırtıp en sonunda; “o halde tanrı vardır.”
diyor...
Yönetmenini, senaristini, oyuncularını
yazarsam bir film tanıtım yazısına dönüşecek. İçi boşalacak, değersizleşecek.
Girmiyorum hiç bunlara ama şunu sorgulamak gerek. Holivut filmlerinden aşina
olduğumuz şiddet görüntülerine çok sarılmadan savaşı, hiç işkence sahnesi
olmadan işkencenin insan ruhunu ölüme kadar kafese kapatmasını, bağırıp
çağırmadan da dehşet bir acıyla sarsılabileceğimizi keşfediyoruz. Sinema sözden
ve sözcüklerden çok daha etkili anlatabiliyormuş.
Kısa son; bilsem bu Incendies denilen
filmi asla izlemezdim. Daha iyisini izleme şansınız yok denecek kadar az. O
nedenle sonraki yazımda öneren kadına sataşacağım. Bir tür intikam alma yazısı
olacak.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)