Kızım,
Morgue Sokağı Cinayetleri kitabını bana yeni okutabildi. Polisiyenin ilk atası o öykü diyorlardı
ve ben ısrarla Edgar Allan Poe adına karşın kitaptan uzak durmuştum. Nihayet geçenlerde
okudum. Bana, True Detective’i iki
sezon izlettiği ve arkasından da şimdilerde yayınlanan Public Morals ile tanıştırdığı için kızımı kıramamıştım. Kötüyü
önermezdi. Vasatı övmezdi. Şimdiki zamanın alelusul pek çok tuhaflığını gören,
kuvvetli bir deneyim sahibi olarak; Morgue
Sokağı Cinayetleri’ni okuduğum için pişman olmadığımı söyleyebilirim. Handiyse
iki yüzyıl öncesinin kurgusu... O zamanlarda yaşasam ve okusam herhalde ayakta
alkışlardım. Günümüz için? Günümüz için bile “iyi” denilebilir. Yaşamındaki tüm
kadınları yitirmiş, alkolik bir sefilin en iyi kurgulayacağı şey vahşice
cinayet olsa gerek. Poe bunu yapabilmiş. Bu önerisinde ısrarı da boşa değilmiş.
Kitap ve diziler derken, senelerce uzak durduğum polisiyeye ilgim oluşmaya
başladı. En son Patasana’da kalmış biri olarak söylüyorum bunları. Kızım baktı
ki bende ilgi kırıntıları artıyor dün de bir dergi bıraktı masanın üzerine. Bu
defa öneri ya da ısrar yoktu. Daha subliminal bir çaba sarf ediyordu. Dergilere
olan zaafımı da kullanmayı seçti. Akıllıca... Polisiye meraklısı ne de olsa.
Derginin adı 221B. Azıcık mürekkep yalamış herkes kadar ben de Baker Street 221B
adresinin namlı dedektif Sherlock Holmes’e ait olduğunu biliyorum elbette. Yaratıcı
bir ad seçilmiş. Dergicilik yaratıcılık da gerektiriyor. Bu adı bulan ve
dergiye koyan ekibin kötü iş yapmayacağını düşünüyorsunuz. İlk izlenimim bu oldu.
İşte dergiyi bu minval üzre karıştırmaya başladım.
Son dönemde, arka arkaya çok satan
dergiler çıkmaya başladı. Popüler olanı sevmemek gibi kötü bir huyum var. Bu
çok satan dergilere ısınamadım bir türlü. 221B de onlardan biri miydi? Öteki
dergilerin yarattığı olumsuz yanlar beni itse de, önyargılarımı geçici olarak,
kızım için susturdum. Bayağı popüler olmayı başaran o dergilerin adlarını
burada yeniden zikretme şapşallığına düşmeyeceğim. Nasıl da tüketiyorlar iyiyi,
güzeli... Hele de bir Neşet Ertaş tüketimi var ki; bu abdal geleneğinden,
bozlak tınısından ve hüznünden nasiplenmemiş editoryal pespayeliği seri cinayet konusu yapabilirim. Tükete
tükete bitiremedikleri Yılmaz Güney, Ahmet Kaya gibi kullanılan onlarca adı
saymasam daha iyi olacak. Herkes mi böyle, herkes mi bu dergiciler gibi diye sora
sora, dergileri bulabileceğim yerleri dolaşıyorum. Ne yazık ki çoğunluk öyle...
En azından çok satanları öyle. Akmar’ın alt katına bırakılan ucuz, amatörce
hazırlanmış on civarı çalışmayı bunların dışında bırakıyorum. Evet çok amatörce
şeyler var ama fanzin, üç aylık dergi gibi başlıklarla denemeler yapıyorlar.
“Satılmadı, dağıt abi bunları,” diye ücretsiz verilenleri var. Hepsi de o çok
satan pespayelerden daha iyi. Neyse! Anlattım, zira bu 221B’nin doğduğu ortamı
tanımlamak için önemliydi. Kızımın dikkatimi çeksin diye bıraktığı 221B farklı
olma çabasında. Burnundan kıl aldırmayan, fenomen abilere popüler yazılar
yazdırıp, çok satan “beylik” konular seçmemiş bir grup arkadaş çıkarıyor
dergiyi. Kim akıl ettiyse; Türkiye gibi bir ülkede ‘hadi polisiye bir dergi çıkaralım’ demişler. Ticari kaygıları yok
bunların mı desem, ya da risk almayı seven bir ticaret erbabı mı desem
bilemedim. Dertleri neyse! İyi yapmışlar. Dergi çok iyi...
Dergiyle Cebelleşmem:
Kızımın tahmin ettiği gibi hemen kapıp dergiyi
karıştırmaya başladım. Mizanpaj, her nedense, ilk önce Nur Hanımın Derdi’ni
okuttu. İyi... Ondan sonrası çorap söküğü gibi geliyor zaten. Başlarda bir yerde
kaçınılmaz olarak Sherlock Holmes var. Bu ünlü dedektifin midesi, beyni,
sevdiği tatlarla tanışınca 221B’de yaşadığına inanası geliyor insanın. Sanırım
yazıyı kaleme alan arkadaş da yaşadığına inanıyor. Polisiye tutkunları da,
yazanları da kurguların(ın) içinde sanki. Bir başkası Kara Polisiyeye İnanın
diye bir de yazı döşemiş ve sonunda polisiye üzerinden iyiye ve güzele
inanmamızı istiyor. Bunlar için mücadele çağrısı yapıyor. Ne harika! Büyülü
gerçeklikten sonra inanılacaklar listesine polisiye türünü ilave edebiliriz
tabi.
Bu son tümce şakaydı.
Baştan sona 221B’yi anlatmasam daha iyi
olacak. Polisiyeyi edebiyat içinde bir yere yerleştirmekte uzun süre tereddüt
ettim. Tıpkı bilim kurgu için tereddüt ettiğim gibi. Geçenlerde ABD’de bilim
kurgu yazarı Ursula Le Guin’e ödül verildi. Kadın gururla bu türe de ödül
verilecek anı beklediğini söylüyor; edebiyata ve edebiyatı sürükleyen kendi
yayıncısı da dahil tüm çevrelere amansız eleştirilerde bulunuyordu. Bu kadar
gerçekçi ve keskin eleştiriyi hiçbir “kurgu
dışı” yazar bugüne kadar yapmamıştı. Bilim kurguyu edebiyat içine hemen
sürükleyemesem de kadını edebiyatçı kefesine koydum. Şimdi tereddüttüm polisiye
türü için de geçerli. Zamanla geldiğim nokta ise şu: “Kurgu,” sınırsızca tümden
edebiyatın tanımı içinde. Edebiyatın özü belki de bu. Niye edebiyatın içinde
yer almasınlar ki?
Şimdi polisiyenin dergisini de yapmışlar.
Meraklıları için elbette kaçırılmaz duruyor ama benim gibi “meraksızları” da
girdabına çekmeyi başarabilecek gibi. Dergi, yeniden söylemeliyim, çok iyi
hazırlanmış. Daha da önemlisi akıl edilmiş.
Yeterince övgü sözü söylediğime göre üç
temel eleştirimi de çıkaran arkadaşların dikkatlerine sunuyorum. İlki fiyatı:
Evet, iki ayda bir çıkan dergi yapıyorsunuz ama bu okuyucunun kabahati değil,
yükü hiç olamaz. Fiyatın sekiz liranın üzerinde olması altmış üç sayfa bir dergi
için çok abartılı. Kaldı ki ikinci eleştirim de sayfa sayısı olacak. İlk sayı
için en az iki katını okumayı umardım. İki ayda bir bu hacmi yakalayabilecek
bir altyapınız olmalı. Okuduğum, gördüğüm kadarıyla o potansiyeliniz var
arkadaşlar. İki ay elinde gezdirecekleri cüssede bir dergi ister okuyucu.
Dışarıdan bir gözle söylüyorum. Sizde başarabilecek enerji de var. Baktım,
yayın kurulunuz ve editörleriniz genç insanlar. Ha gayret! Son olarak da, şu
yayın kuruluna koyduğunuz adla aynı dergide röportaj yapmanız... I ıh olmamış. Bir
sayı beklese miydiniz?
Netice:
Polisiye okumasam bile 221B’nin ikinci
sayısını merakla bekleyeceğim. Belki de beni bile iyi bir polisiye okuru yapar.
Kızımın kitaplarına dadanırım. Ha gayret! Elinize sağlık.
Şemsettin T. Günaldı – Fikirtepe /
İSTANBUL