29 Nisan 2014 Salı

Öldürülmesin Çocuklar (Hitit Şiiri)

Hey tanrılar
Sağır tanrılar
Okuyasınız diye yazıyor
Yazıyor dilsiz ozanlar
Stylus değiyor kile
Görmelisiniz
Boyuyor bir kara ağacın gövdesini
Şiiriyle
Uyansın Hatti ülkesi
Öldürülmesin çocuklar
Lazımsa kopacak bedenden
Temiz ve saf bir ruh
Bin kere al ozanınkini
Rahat bırakın çocukları ve analarını
Üşenmeyin
Hazırdır ozanlar

26 Nisan 2014 Cumartesi

Gidince Unutmak Üzerine (Aşk)



İnsan çok dayanıklı bir canlı türü. Ne büyük acılarla yaşayabilmeyi başarıyor görmüyor muyuz? Hele de bazı acılar var ki; varsa bir tanrı, onu yalnızca insanlardan öç almak için yaratmıştır. Aşk acısıdır meramımız. Tersinden söylersek; aşk acısı tanrının varlığının ispatıdır. E,tanrının da yarattığı acıya uygun bir dayanma gücü bahşetmesi doğaldır.Çoğumuzda bu güç kalıtımsal olarak var.Dayanma gücümüz olduğu muhakkak, pek tabi de dayanıyoruz ama insansı yönüne bakacak olursak, aşkın acısını tedavi içinpek yöntem bulunmuyor. Hatta hiç yöntem yok, unutmak dışında. Belleğine gücü yeten insan için unutmak tek çıkar yol, unutabiliyorsa. Oysa unutmak alçakça bir vazgeçiş, büyük bir ihanet olarak sunuluyor. Değil. Unutmak bir köpeğin yaralarını yalayarak iyileştirmesi gibidir. İyi gelir. Duygusaldır ve yararlıdır. Bu biiiir.
İki; bu kısım aşıkların okumaması gereken bölümdür ve gerçekçidir. Daha doğrusu kısmen gerçekçi. Birisi aşktan söz ediyorsa aslında gerçekçilik sözü orada asla kullanılmamalıdır ama şimdi gerekli. Aşık olduğumuz insanı ikiz gibi düşünebiliriz. Başka türlü söylemeliyim. Bir aşık olduğumuz kişi vardı ve o dünyada asla yeri doldurulamayacak, eşsiz bir yaratıktı ve bizi de sonsuz, ölçüsüz bir biçimde seviyordu. Gitti. Şu anki eski sevgili değildir. Giden başka biri, şu anki de onun ikizidir. Kuşkusuz tıpkı aşık olduğumuz o mükemmel insana benzer ama yalnızca ikizidir. Ruh onun ruhu değildir. Mükemmeliyet ona atfedilmiş bir meziyet hiç değildir. O sade, herhangi biridir ve öyle kabul etmek yararlıdır. Hatta öyledir de. Yoksa gitmezdi.
Dememe o ki; aşk bir tutarsızlık hali, aşk ayağımızı yerden kesen bir büyü. Bunu sonsuza kadar sürdürmek de olası ama milyonda bir. İçinde yaşattığı imkansızlığa taraflardan birisi yenik düşecektir. Gidince yapılması gerekeni de açıklamış bulunuyoruz. Unutacağız ya da ikizine aşık olmayı bitireceğiz. Yetinmediniz mi? Yetinmeyenler için bir aşk tarifi vereceğiz.
Aşk tek kişiliktir. Karşılığı sorularak alınacak hamiline yazılı bir çek değildir. Karşılıksız, beklentisiz bir insana kendini hapsetmek demektir aşk. Onun yaptıkları onu ilgilendirir. Siz yalnızca ve sınırsız ve sınırlamasız bir duygu seliyle ona bağlanırsınız. O kadar.  


M.Bartlett Çev. Kitapsevenlerle

Seksist Alelusul Bir Yazı

Size de oluyor mu bilmiyorum ama ben hep başkalarının haklı olmasından yoruldum. Hiç haksız olmadığımı söylemiyorum, çoktur da haksız olduğum vakitler belki ama nedense hemen hemen hiç haklı çıktığım vaki olmadı. Bu satırları okuyunca anlaşılmıştır ki, erkek ve kadın arasındaki ilişkiden dem vuruyorum ve ne yazık ki ben haksız olmaya mahkum cinsiyettenim. Kendine gerçeküstü, tasarlanmış ve idealize edilmiş (evet üçü birden) yaşam inşa eden cinsi latif tutup o dünyanın üstüne yağmur yağmasından erkeği mesul tutar. Kadın için kuralları olan ama riski olmayan bir yaşam gereklidir lakin içinde macera olursa da fena olmaz. Tüm bunları aynı kapta buluşturup ortaya çıkacak yemeği yiyecek ve sesi çıkmayacak bir erkek bulunur mu, bulunur ama o erkekten tatmin olunmaz. Kadını mutlu edecek erkek bu karışımın bir yemek olmadığını, buna aşk dendiğini söyler ve inanılır ama kadın için inanılacak değil o tuhaf karışımı yiyecek erkeğe gereksinim vardır. Gerçeküstü ve tadında tasarlanmış, hatta iyi de idealize edilmiş bir yaşam kadını kesmez ve bundan bir cürüm üretir, suçlusu da pek tabi erkektir. Kadın düşlerinde idealize ettiği yaşam yerine aslında gerçekçi bir evlilik müessesi istemektedir ve ama o müessesenin de bir halt olmadığını bilmektedir. O halde doğru bir yaşam gerçekleşmez ve suçun büyüğüde erkekte olur. Demek ki temel kurgudan gelen bu "kadın haklı" bazlı iletişim biçimi beni hep haksız çıkaran genellemeye ricat ediyor. Bu temel kurguyu, yani kadındaki idealize edilmiş yaşamdaki riski almadan imtina eden ama hep onu isteyen genetiği değiştirmeden sorun çözülmeyecek ve ben (erkekler) hep haksız olmaya devam edeceğim. Sorun çözülmeyecek yani. Bu halde kadına oyuncak olarak bir erkek bahşedip, kalan yaşamını hep haklı olarak geçirtecek inanç dilemek gerekiyor. Hepsi bu. Yeter mi? Yetmeyecek elbette. Bu konuda da haksız olduğumu kabul ederek yazıyorum.
Noname - Çev. Kitapsevenlerle

25 Nisan 2014 Cuma

Ada Olacak Adam

Uzak ve derin bir maviydi
rengi
keşke ölseydim dedi
çekik yüzlü, batıl inançlı ve hoyrat dokunuşlu
adam.
Sağında yıldızsız bir gece
önünde sığınmacı bir aşk
içi bir geçti bir geçecek
yığıldı kaldı
hatırasına.
Işık sızdı
sanırım sabah
öncesi ışıksızdı
adam ağzında yemen türküsü
burkulmuş yüreğiyle
su serpti yüzüne.
Aynı gün, günler aynı dedi
saçları ve tırnakları uzuyordu
biteviye
sorgusuz.
Solundan geçip gitti
ebabil kuşu
gördü göreceğini
görmedi kuşu
adam.
Geçip gitti ömrü
orta yerinden
yıkıldı kaldı
bir yerine uzak bir gezegenin.
Kimseler tanıdık değildi
esrik bir kafaya
iki ayaktan
ibaretti adam.
Öldü
kuşluk vakti
keşke ölseydim demeseydi
uzak ve derin bir mavide
ada olacaktı.

M.Bartlett (Çev. Kitapsevenlerle)



24 Nisan 2014 Perşembe

Aşk Tek Kişiliktir

yanıldım,
ağırlaşıyordu yüküm
rüzgar koydu üstüne
üstüne bir hüzün, bir hüzün, bir hüzün, bir hüzün...
üşengeç rahmetler zamanıydı şehrin
yağdı içime içime
sildi kirini öfkemin
ama darıldım
bir acı, bir acı, bir acı, bir acı...
ikrar bulutları süsledi
her muhitimi
sonra güneş gelecekti, sözü vardı
aldatıldım
bir karanlık, bir karanlık, bir karanlık, bir karanlık...
şeytan karıştı
ben bi’şey yapmadıysam da
baştan ayağa öğüttü aşk
küçük laflar ettim
silindim
bir ben, bir ben, bir ben, bir ben...
yazmadan öğrenemiyor şair
aşk tek kişiliktir.
        
                     Katalan Şiiri, Çev: kitapsevenlerle

20 Nisan 2014 Pazar

Bende Bir Hal Var



Bende bir haz hali
Çırptıkça serinliyor deniz üstünde sevi
Üleşiyorum ayarım kaçsa bile
Yapayalnızlığı
Çıplak ayaklarıyla değsin istiyorum
Tanrı yüreğime

Bende bir sersemlik
On okka çeker diyor ölçücüleri
Vuruyorlar raporun gözüne
Yazıyorlar çiziyorlar
Kokusu çıkıyor özlemenin
Şehir bizim şehir
Onda hata yok

Şimdilerde biraz ya da çok
Emniyetli limanlar çağırıyor geceleri
İçiyorum sığındırtmıyorlar
Sarhoşlarını alemin
Açılıyorum okyanus

Bende ekseriya gel git halleri
Geliyor gitmiyor
Gidiyorsa da geldiğine rastlamadım
Uyuşuyor sol yanım
İnme iniyor ve ben hala yaşıyorum

Tuzunu at da gel bende bir halt yok


R.T. Karakoçanlı

hüzün kovulduysa


hüznü kim kovsa bana gelir
sırtımda esvabım eğreti
zaar ondandır
oturur içeriz
anlatmaz

kim kovsa hüznü gelir bana
tecelli böyle
kalkar şehremini’ye giderim
otobüste yolum kesilir
elimde kalır
sırtımı sırtına yaslarım

kim hüznü kovsa bana gelir
öpüşmelerimden ala
iz mi olur
kadehe tırmanır icazetsiz
düşer boğulmaz

bana gelir kim hüznü kovsa
ay tutulur aynı gece
aynı gece paşalimanı’ndan
denize dökülürüz
yarenlerle
ağlarız sabahlara kadar

Kartime Rankodi (çev. @kitapsevenlerle )

O An

Şiire öfke karıştı
Vicdan su aldı batmadı
O an
Bir kartal havalandı
Yoksul öldü bir şehirde
O an
Merhamet yağdı doruklara
Aşk ovadaydı
O an
Yol aradı kadın
Geyikler süt veriyordu
Görmedi
O an
İhanet giydi göynek yerine
Erkek bilmedi
O an
Kainata anahtarsız ve susuz
Hükmetti tanrı
Adalet isteniyordu
O an
Vermedi

Kiraz Kadın

15 Nisan 2014 Salı

İKİNCİ SINIF KİTAPLAR


Evvelsi hafta yine alışveriş merkezine soktular beni. Kerim abi de var, işkillendiğimi bilir, kıyamazdı ama ses etmeyeceği tuttu. İçerisi muazzam bir uzay üssüne benziyordu. İnsanlar analı kızlı. Uzun uzadıya süslü cam vitrinlere de bakmıyor insancıklar ama içerisi hayli kalabalık. Sürüden ayrılıp adı kitapçı olan bir yere girdim. Kerim abi de geldi ardımdan. Kitaplardan ziyade, kitapların yazarlarını dikmişlerdi kapıya. Güzel iki kadın ve sakallı bir adam. Yazdıklarını satıyorlardı. Canım, fiilen orada değillerdi elbette. Fotoblok diyorlar, iri, handiyse kendileri kadar fotoğraftan kendileri cansız duruyor. Kitaplarını da ayaklarının ucuna dizmişler.
Oyuncakları, elektronik eşyaları ve müzik ve film “sidi”lerini yarıp çıktığım noktada çok satanlar yazan kitaplar vardı. Biraz da Kerim abi’ye sorun olmayayım diye, çok satanlarla, yeni çıkanlara bakındım. İyice pahalı kitaplar da var, nah ciltleri şu kadar, çocuk kitaplarının albenisi de ayrı. Beni içeride tutabilmek için uğraştı biraz abim ama nafile. Alışını da verişini de siktir edip çıktım.
“Gel benimle, sıçtırma kitapçına!”
Aldım Kerim abiyi, dolmuşa bindirip bizim tezgahların arasına götürdüm. Eski mi eski kitaplar. İkinci el çoğu. Oyuncak yok, elektronik eşya var ama eski radyolar falan feşmekan, kitapları açıp baktık.
“Bunlar ikinci sınıf,” dedim.

Ü. Tan

14 Nisan 2014 Pazartesi

Daha Kısası Olmayan Öykü

İçmek için neden arıyorduk. Kadıköy’de Selami’nin yere gidecektik de içmek için neden yoktu. Şekerci’ye sordum, oğlum bu gün içmek için ne nedenimiz var, diye. Balıklar, dedi. Biz de gidip içtik.  

AŞKI ÖLDÜREN YAZI


Kadınsı bir gerçekçilik var erkeklerin bilmediği. Erkekler daha romantik, idealist ve hayalperestler ve bu nedenle o gerçekçiliğe vakıf olmaları da olası değil gibi görünüyor.  Kadın üretimi gerçekçilik, asıl gerçeklikten kopuk, bunu da en başta söylemeliyim. Çarpıtılmış, suiniyetli bir şey. Böyle olanda, erkeklerin “kadın gerçekçiliğini” yakalayabilmeleri tamamıyla imkansız hale geliyor. Bu derin görünen ama sığ meseleyi aşk gibi onurlu bir sözcük üzerinden ele almak isterim. Artık kesinliği tartışılmaz genel bir yanılgıyla başlayalım, kadınlar daha iyi aşıktırlar. Bu büyük  bir yalandır; kadın aşık olmaz, kadının ki tutkudur. Bir monocle ile erkeğe bakarsak ki ben bir erkek olarak o monocle’ı daha iyi kullanabilirim, erkekte kadının tutulduğu belli başlı “şeyler” vardır. Tek başına seksten de söz etmiyorum, o biri. Güç, güçsüzlük, para, yoksulluk, birikim ve cahillik gibi bu listeyi uzatabilme şansım var. Konu konuyu açıyor ama baştan itirazları göğüslemek için bir kadının, bir erkekte güçsüzlüğe ya da parasızlığa nasıl tutulacağını açıklayarak devam edeyim. Kadın yaratılırken, ilk format atılışında, işlenmiştir; parasız ve güçsüz bir erkeği evirip çevirip, köle misali kullanabilecek çok sayıda kadın mevcuttur. Batı istatistikleri şahidim ama vermiyorum. Her neyse konumuzun özüne ricat edersek; kadın erkekte gereksinim duyduğu tutku hissini giderecek herhangi bir şey bulabilir, onun için kolaydır. Tutkuyu aşk olarak yutturma çabası ise dünya tarihinde başarılı örneklerle tescillidir.
Biraz daha kadın-erkek ilişkisinde işin ruhuna doğru yol alalım, mesele daha net ortaya çıkacak. Aşk var mıdır?
Elimizdeki tüm bilimsel veriler, aşkın varlığını ispat eden yöndedir. Çözümü de bulunmamıştır. Erkekler aşık olurlar ve uzun mu kısa mı yaşayacakları sahip oldukları aşkın niteliğiyle ilintilidir. Bazı aşklar erkeklerin ömrünü uzatırken, çoğu aşklar ise ömür törpüsüne dönüşür. Demem o ki; erkeğin yaşam süresini belirleyen kadındır. Tutkularını muhafaza edip, o tutkuların esaretini uzun vadeli yaşamak isteyen kadınlar, erkekler için aşkı yaşam iksirine dönüştürüp, mutlu ölen erkekler mezarlığı güzergahını seçerler. Kadın, tutkularına geri besleme yapamayan erkekleri ise bir an evvel tanrıların adalet sistemine doğru, öteki dünyaya yöneltmey bakarlar.
Kim haklıdır?
Kadın haklıdır. İnsan olarak yaratılmışlardır ve insan olmanın nimetlerinden sonsuz yararlanmak istemeleri de doğaldır. Tutkularını tatmin edecek erkekler pazarında, ucuz, pahalı ürünlere bir tüketim çılgınlığıyla saldırmaları en doğal haklarıdır.
Sonuç; kim gerçekçidir. Elbette kadın ve kadın nev-i şahsına münhasır, çarpıtılmış bir gerçekçilik yaratmıştır. Biz erkekler bundan kopuğuz. Biz aşık oluyoruz.
Özet: Aşık olduklarımız da bunlar.
Alıntı: Love and Women by Adrian Trehttankis

6 Nisan 2014 Pazar

Toprakta Çıplak Ayak (Dünyanın en kısa öyküsü)

Çıplak ayağıyla basmak için, kadın balkonuna boydan boya toprak serdi. Balkonun bir yanında avuç içi kadar semiz otu yeşerdi. Ve çıplak ayağıyla bastı balkonundaki toprağa tam on üç sene. Zabıta geldi bir sabah. Kadın uykusuzdu. Domates istedi kadından. Kadın, domates 17'nci kattaki balkonda dedi zabıtaya. Biber isterse 23'üncü kata bakmalıydı zabıta.
Biraz tohum istedi zabıta, devlet bulmakta zorluk çekiyordu. Kadın takvimin 23 Eylül 2054 günlü yaprağını kopardı ve parmak ucu kadar tohumu o günkü takvim yaprağından yaptığı külaha koydu, zabıtaya verdi. Devletini severdi kadın.

T. Doruk Fizanda

4 Nisan 2014 Cuma

BERNHARDIAN


Eğer irkiltici soruları soramıyorsanız sade bir insan olarak ölmeye hazır olun. Eğer irkiltici sorulara yanıt veremiyorsanız yeriniz cehennemin en dibinde hazır demektir. Örneklemenin verdiği tahribatı, özünden biraz koparmasını ve nezakete büründürmesini göze alarak açıklarsak şu sorudan başlayabiliriz; yaşadığınız topraklardan nefret ediyor musunuz? İçine, sizi “normalleştirerek” kendi endişelerini defetmeye çalışan ailenizi de katarak soruyu algılamaya çalışın. Kestirme; ailenizden ve memleketinizden nefret eder misiniz? Bu denli çaba harcamamıza rağmen yine de irkilten bir soru olarak ortaya çıkıyor. Nesi irkiltici bunun diyenleri arka kompartımana alalım. Onlarla bir işimiz yok. Onlar kulübümüzün doğrudan üyesidir. Kesinlikle, nefret ediyorum diye duraksamasız yanıt verenleri de trenin lokomotifine buyur edelim. Biz geriye kalanlar okuyucu, izleyici, edilgen olanlarız. Bizi mutluluk bekliyor, haz bizim işimiz, kahkahalara boğabiliriz dünyayı. Ama biz de Bernhard okumayı seviyoruz.
Thomas Bernhard biraz önceki trenin makinistidir. Kitabını elimize alacağız, rastgele bir sayfasını açıp okumaya başlayacağız ki, bazı yazarların yapıtlarını okumaya başladığımız sayfanın önemi yoktur, bizi nefreti ile karşılayacaktır. Sözcüklerini ürettiği, beslendiği her iki temel kaynak da, ailesi ve ülkesini söylüyoruz, Bernhard’dın nefretinden biteviye nasiplenmiştir.
Bernhard 1989 yılında ölmeseydi, yaşasaydı, onu çağırıp irkiltici sorularımızı makinistimize sorabilirdik. Sorsaydık ne derdi, yanıtını da biliyoruz. Eyvallah... Şimdi biraz onu konuşalım istedik. Nasıl mı?
·      Çok olmayalım
·      Kitaplarını bitirmiş olalım
·      Seçtiğimiz kitabın yöneticisi işinin piri olsun
·      Yazım tekniği ve karakterleri çözümleyecek yeterliliğimiz olsun
·      Kitabın altı çizili yerleri olsun
·      Kimse kendi arasında konuşmasın

Yazın: kitapsevenlerle@gmail.com

1 Nisan 2014 Salı

Naif Kadının Acısını Takdimimdir


Bizi kimsenin ağlatmasına gerek yoktu. Annemin arkadaşı naif, sızlanmasız ve dobra bir kadın olarak böyle söyledi cenazede. Kocasının kanlı işliğini tutuyordu elinde ve arada bir burnunu içine gömüp, kokuyu ciğerlerine kadar çekiyordu. Sonra çerçevesinde bir de fotoğraf getirip bıraktılar yanıbaşına. Kadının çiçekli bir entarisi vardı, saçlarını bir tutam açıkta bırakan beyaz yazması, kulak memeleri kapanmasın diye bırakılmış paslı küpe ucu, avcunda eskimiş kınası, dirhemi sökülse çökecek kadar zayıf bacakları... Uzak bir evden, evler burada hep birbirinden uzaktı, radyoda çalınan viyolonsel sesi geliyordu. Ezana az kalmıştı, ev kalabalıklaşıyordu. Kadın, toraman bir oğlan çocuğuna sarıldı ve bizi kimsenin ağlatmasına gerek yoktu dedi, bir daha. Annem söylediğini başıyla tasdik etti. Kar pencereden kayarak aşağı iniyordu o sırada. Bahçede, yağan kar tutmuş, beyaz, kımıltısız tavşan kümesinin düğününe benziyordu. Dışarı çıktım. Kar topu oynardım, annemin arkadaşı naif kadın hüzünlü olmasaydı. Ellerimle kar yakalamaca oynadım ben de. Çocuktum ve hiçbir kadının acısını, kurduğum düşlerden uzun yaşayamazdım, fıtrat böyle. Kar ellerimi bıraktı kirpiklerimle oynamaya başladı. Değiyor, kirpiklerim ağırlaşıyor ve sonra su olup gözüme giriyordu. Tavşanları ezmemek için değil ama kadının üzüntüsüne saygısızlık olmasın diye koşmadım bahçede. Toraman oğlan da kapıya çıktı beni görünce. Dilini çıkardı ve kar onun dili üzerinde eriyip tatsız su damlalarına dönüştü. Oğlanın yün çorapları vardı, elleri üşümüş, burnu kızarmıştı. 
"Sizi kim ağlattı," diye sordum.
"Havuç getirdim," dedi toraman oğlan. Kardan adamın burnunu paylaşıp yedik. Kar hızlandı, kadının ızdırabı arttı. Oğlanı içeri çağırdılar, beni de. Annemin yanına oturdum. Oğlana annesi yeniden sarıldı. İşliği oğlana gösterdi, ikisi birlikte kokladılar. Sakallı bir adam Kuran okudu, bir daha, tekrar okuduğunda dışarıda fırtına çıktı. Annem elimden tuttu, kalktık. Merkez Efendi'ye kadar yürüdük. Köpekler çetesi soğuktan bir damın dibinde titriyordu. Karınları açtı. Annem köpekleri belediyenin beslemesi gerektiğinde ısrar etti ben ekmek verelim diye ısrar edince. Soğuktu. 
"Anne," dedim. Elimden tutmuştu. Elini o kadar çok büyütmüştü ki annem, ellerim içinde sıcacık duruyordu.
"Söyle," dedi.
Toraman çocuğun annesini kimin ağlattığını sordum. Annem de naif bir kadındı. Saçlarımda kar mevzilenmişti, temizledi. Dedi ki;
....


Not: Öykünün devamı yayınlanmayacaktır.