zorunlu giriş;
sayrılıyım, uyanıyorum ve yine diyorum ki;
‘şiir çevrilemez.’ binlerce defa söyledim mi? söyledim! o halde? yine de artaud
oku!
şiir anlaşılabilir mi? anlaşılır elbette;
neden anlaşılmasın? şiir yalnızca şairin anlattığı gibi anlaşılmaz. o kadar! bu
sorun mu? sorunsa, siktir edin artaud’u… okumayın!
kanser bağırsaklarını sardığında hala
yazıyordu. ahmakça! öleli yetmiş sene olmuş. fransızlar hala okuyor. eskisi
kadar değil ama okuyorlar. biz de okuruz: çevrik olmasına rağmen.
çevrik şiir, - hala şiirse – haz verir mi?
işte bu sorunun yanıtı; kesinkes bünyeye bağlı. bir dostum susuz içiyor rakıyı;
şişeyi bitirmeye yeltenecek masadaşı yoksa içmiyor. dünyayla tek irtibatı
tanıdık bir garson; işemeye gitmiyor ve peynirle kavundan gayrisini siklemiyor
mezenin. rakıyla işi bittiğinde, rakının onunla işi bitmiyor. sabaha kadar,
arınmış ruhunun içine sinip anasının rahminden yeniden peyda oluyor. o kadar
öyle... boktan, pahalı lokantalarda, aynı tanrı tarafından yaratıldığı söylenen
ruhlarına işkence eden ve rakıya su katıp, prensip olarak, - bu prensiplerine
bir kez tecavüz etseler rahatlayacak insancıklar var - tek kadeh içip, hep aynı, değişmeden
sikişecekleri birinin koynuna doğru koşanlar da var. rakı gibi cinsel
birleşmeleri de sağlıksız ve hazsız.
misalim, meramımı anlatmaya yetmiştir
herhal.
zorunlu olmayan;
susuz rakı; antoine marie joseph artaud!
fransızca nasiplenmediğim için, çevrik şiirlerine mahkum olduğum zavallı. zavallı ben... ‘sel’ şimdi bilmediğim bir
tarihte, iyilik yapıp şiirin ırzına geçen yayınevi. yukarıdaki besmelede
söylemiş olduğum gibi çevrik artaud’u önüme koyan yayınevidir. nalet olsun! iyi
şeyler yapıyorlar arkadaş. nalet olsun...
zorunlu olmayana devam;
not: burada şairi (artaud) anlamak için
bir hikaye anlatılacak ve bu hikaye muhtemelen kısmen doğru. tümüyle yalan olma
ihtimali yok. hepten benim uydurmam olsa bile yine de amaca hizmet ediyor.
dikkat; benim bir amacım var.
sel’in yayınladığı şiirler, yaklaşık
olarak ikinci dünya savaşının hemen sonrası, bir radyo stüdyosunda sese
dönüştürülmektedir. artaud, ölmeden evvel, -ölümü takmıyormuş gibi yapmak için
de olabilir- zilli, davullu bir ekiple yazdıklarını, sanki yazının yeterince gücü
yokmuş gibi gürültüye dönüştürmeye heveslenir. ölüm yakınsa ne yapılacağı belli
olmaz. yanında, aynı deliliği ya da
vahşeti deneyimlemek için bulundurduğu zavallı güruhla, şiirin ve radyo
stüdyosunun tam anlamıyla amına koyar. artaud’un şiirleri artık evrende yankı
bulacak seslere evrilmiştir. şiir sese dönüşür mü? bu benim meselem. artaud,
beni dinleyecek değil ya. zaten o öldüğünde ben programlanmamıştım. hikayeye
devam edeyim... şair şiiri kayda dönüştürür; oku diyen güruha gider, teslim
eder. o güruh artık, eskisi kadar mutlu ve huzurlu değildir. stüdyonun durumuna da bakıp, -sanırım az sonra
değineceğim içeriği de etkilidir- kaydın radyo yayınından vazgeçer. avrupa,
vakti zamanında özgürlüktü, varoluşçuluktu, yaratıydı... bir takım ıvır zıvır
şeylerle kafa bulan bir yerdir ve bu kaydın yayınlanmaması fransızlar için
ulusal bir sorun biçimine dönüşür.
gayri şairle radyocular arasındaki kavga
değildir mevzubahis olan; kayıt, ulusu temsil eden hede hede insancıklar
heyetine dinletilir ki; franszıların ölümcül ulusal sorunu çözülsün. fransızlar
ulusal olana müpteladır; sorun bile olsa... heyetin üyelerinden biri,
muhtemelen şarabı da fazla kaçırmış bir fransız, ‘bunlar benim sarhoşken hep
aklımdan geçenler,’ der. yani; sarhoşun fikri artaud’un kayıtlarının yayınlanmasından
yanadır. şimdi, -aklımda kaldığıyla yetineceksiniz, sanırım- heyetin içinde bir
de orospu vardır ve o da ‘çıplak bir erkek bedeni kadar çirkin,’ diyecektir
duyduklarına ancak bedenin sahibi, yani şiiri yazan istediği müddetçe
başkalarının görüp, işitmesinde beis yoktur. orospu, sarhoş, rahip, entelektüel
her kimlerden oluşuyorsa o zamanın behrindeki heyet, ‘yayınlansın anasını
avradını...’ mealinde bir karara imza atar. radyo idaresi, yine de kaydı
yayınlamaz...
burada şiiri anlatmak gerekir;
çevrik şiir sende bir kusma etkisi
yaratıyorsa şuna göz at...
‘dışkılama arayışı’
bok kokan yer
varlık kokar.
insan sıçmayabilirdi pekala,
anüsündeki oyuğu açmayabilirdi,
ama sıçmayı seçti
yaşarken ölmeye razı gelmektense
yaşamayı seçeceği gibi.
dedim ya; ‘bir dost rakıyı susuz sever.’
şiiri o okudu. ölü yaşayanların sülalesine sövdü önce. yaşayan ölülerin ırzına
geçilebileceğini söyledi. hatta, bu konuda mevcut kapitalist sistem
‘cezasızlaştırma’ kararı alabilirdi ve ölü yaşayan ya da yaşayan ölülerin
ırzlarına geçildiğinde yaşatılanla anlık da olsa yaşama algısı
oluşturulabileceğini ve bunun da tam manasıyla insanlık görevi olduğunu faş
etti. insanlık görevinden sana ne dedim. şiiri rakı sofrasında okumak için
aldı. daha sonra fransızca kaydını yaptırmış bir arkadaşına da; kıyak masalarda
huşu içinde dinliyor yarenleriyle... çevrik şiir, o haliyle dahi umar oldu.
ben, artaud’un çevriklerinden şuna
meftunum.
uzam
zaman,
boyut,
oluş,
gelecek,
ilerisi,
varlık,
varolmayış,
ben,
ben olmayan,
hiçbir şey ifade etmiyorlar bana,
ama bir şey var
bir şey ifade eden,
tek bir şey
bir şey olan
ve hangi kapıya
ÇIKACAĞINI
hissettiğim
bedenimdeki
ıstırabın
varlığı,
kendi
bedenimin
tehditkar
hiç yıldırmayan
varlığı.
bu çevrik haliyle de haz almışsanız ki;
ben meftun oldum, sırf bunun için bile snop bir fransız olmayı kabul
edebilirim; şiiri bir defa kendi dilinde okumak için. tabi geçici bir süre
fransız kalayım. birkaç dize okuma boyu fransız kalmakta beis görmüyorum. tek
sıkıntım; o dem rakı yerine şarap içecek olmam.
sonuca yaklaşırken;
artaud’un ailesi bizim topraklardan göç
etmiş fransaya. kalabilselerdi, artaud şiir ya da oyun yazabilir miydi
bilmiyorum. kalabilselerdi ve şu şiiri çevrik bir melanete dönüştürmeden türkçe
yazsaydı.
mustafa doğan
‘lazım-lık yazılar’ 2008 ıldırı
kitapsevenlerle@gmail.com