On İkinci Gece: Ne Klasik Ne Uyarlama
En başta iyi bir şey söyleyemeye çalışayım da sonrasında yazacaklarım On
ikinci Gece tatsızlığında olmasın. “Çok para gömmüşler.” Baştan sona izledikten
sonra akıldan geçecek şey bu. Prodüksiyona para harcanarak oyun kurtarılabilir mi? Mümkündür; deneme On İkinci Gece... Bunu da söylemiş olayım. Peki On İkinci
Gece’yi kurtarabiliyor mu çok para, pahalı prodüksiyon? Zannımca hayır! Tiyatroya
ve emeğe saygımdan dolayı
“zannımca” diyorum. Bu oyunu, bu haliyle olumlu bulacak çok az kişi çıkar.
Nitekim benim izlediğim gün, salonda da bu arkadaşlardan vardı. Hatta, öylesi
anlarda gülen birkaç kişi çıktı ki; dönüp bu arkadaşlara bakasım geldi. Oyunculuk kısmına geçmeden önce ki; en
önemli kısmı orası, yönetmenin ve metnin orijinalinden deh dehleyenin şuna
karar vermesi gerekirdi; bu bir klasik mi olacak yoksa bunu alıp uyarlıyalım
mı? İkisi de seçenek ve iki yöntemden de iyi bir oyun çıkarılabilirdi. Benim
izlediğimin hangisi olduğunu çok çözemedim. Klasik değildi biliyorum. Uyarlamalar
gördü bu gözler; bu On İkinci Gece bir uyarlama da değildi. Bakın, kötü bir
uyarlama da olabilirdi ama bu uyarlama değildi. Bu, benim izlediğim başka bir
şeydi.
Shakespeare On İkinci Gece’yi bir komedi olarak yazmış; (yemin ederim öyle)
yalnız ben söylemiyorum, “en sevilen komedilerindendir” tarzı açıklamalara da
rast geldim ama ben, salondakilerin kahir ekseriyeti ve yanımdaki arkadaşım ve
ötekiler ve handiyse kimse gülemedi. (Yalan olmasın bir iki kişi güldü). Kısacası,
bu şaşkın kul oyunu bir yerlere oturtup neye geldiğini bir türlü çıkaramadı.
Klasik değildi, uyarlama yoktu, komedi olamadı, trajediye dönüşmedi... Dekordaki
onlarca nesne, ekranlar, kamera, geldi, gitti, girdi çıktı. Pencereye
(merdiven) tırmananlar düşmesin diye aşağıda sıkı sıkı tutanlar bile vardı.
“Her şey bir şey için düşünülmüş.” Boks ringine kadar kuruldu. Bunların
güldürmek için mi yoksa yönetmenin kendini kanıtlama çabası için mi orada
bulunduğuna dair elimde yeterli kanıt olmadığı için yazamıyorum.
Benim gittiğim gece, daha öncesinden oynanamayan bir oyunun ertelenmiş
performansı sergilendi. Salonun üçte biri, ertelenmiş gösteriye icabet
etmeyince de kendimce salonun en güzel yerine kurulup izleme fırasatı buldum.
En azından bu iyiliğin bedelini ödeyip bir iki muhteşemdi, harikuladeydi diye
yazma isteğim var ama neyine söyleyeceğimi bilemedim. Hadi, yığınla para
dökülen prodüksiyon için gidip yaklaşık iki saat, perde demeden süren oyunu
izleyebilirsiniz diye yazayım. Hadi! Ayıp olmasın şarkı performanslarına da eh
işte diye haksızlık etmeyeyim. Sonuçta vicdan sahibiyim, lakin gerisi... ya
gerisi... Gerisi bir felaket. Sonunda alkışladım mı? Hem de ayakta alkışladım.
Neden? Çünkü, bizim izleyicinin standartı çok düşük, her oyunda zırt diye ayağa
kalkıyor, özellikle de en önde oturan torpilli, akraba, eş dost kısmı. Onlar
kalkınca da Meksika dalgası gibi “kalkışlar” arkaya doğru yayılıyor. Ortada tek
başınıza oturarak beklerseniz; burnu büyük biri olarak ve emeğin değerini
vermeyen bir gaddar nitelemesiyle kalakalmanız mümkün. Buraya yazıyorum;
okuyanlar iletmesin. Levent Öktem kendine haksızlık etmiş. Shakespeare oynadım,
kariyerimde On İkinci Gece de var demek için uğraşmamalı sanatçı. Bilmiyorum,
şehir tiyatroları oyuncularının o hakkı var mı ama oyuncu oyun seçebilmeli.
İlla da Malvolio’yu oynayacaksın denmememli. Oyuncu, Serdar (Biliş) kardeşe “sen
bu işi beceremiyorsun, ben gidiyorum,” diyebilmeli.
Tabi bir haksızlık yapmamak için yazayım. Oyun ne olursa olsun, yönetmen ne
yaparsa yapsın ışıltıları olan oyuncular vardır. Biri Bennu... Yakın
arkadaşımmış gibi yazıyorum ama değil. Tanımam. Bennu Yıldırımlar o rolü, öyle
oynamalı. Oyundaydı! Teamül öyle olsa Bennu hanımı sahnede bırakır, diğerlerini
aşağı indirir, özellikle alkışlardım. Diğer oyunculara kastım filan yok
elbette. Onları da tanımam. Yanlış anlaşılmasın bu kulunuz Serdar kardeşi de
tanımaz. İyi işleri vardır belki, yoksa niye oyun versinler? Hem de
Shakespeare... ama ona neden böyle yapıyorsun dememişler, neden bu kadar bütçe
ayırmışlar ve gelip ne çıktığını görmemişler, Serdar kardeş de neden bu kadar
başarısız bir şey yapmış bilemedim. Çözemedim.
İçimde kalmasın diye yazıyorum. En çok beni rahatsız eden şeyi
anlatmalıyım. Viola sürekli sahnede ve ikizi Sebastian’la birlikte Senan Kara canlandırıyor.
Hem erkek, hem de kadın. Kotarıyor da... İyi bir yönetmenin elinin altında
izleyiciyi gülüp geçirebilecek hali var. İzleyiciyi avcunun içine alır. Yönetmen
denilen arkadaş oyunu bu hale getirmese çok başarılı olacak. Ne ki; oyunda sona
gelindiğinde, yaptıkları yetmiyormuş gibi, Serdar kardeş izbandut gibi bir abiyi
(adını bilmiyorum) pat diye Sebastian kılığında sahneye çıkarıyor. Artık
Sebastian o. Haydeeee.... İyi bir oyunda olsanız bile öyle sakil kalır ki; bre
Serdar birader diye saydırmak geçiyor insanın aklından. Ve oyun o sonradan
gelen Sebastian ile bitiyor. Viola ve Sebastian’a azıcık da olsa gönlü akan,
hoşlanan, izleyici gözünde, oyundan milimlik tat bırakan Senan’ı da harcıyor. Elde kalıyor sıfır.
On İkinci Gece yerine “12. Gece” afişlemesi yapan Şehir Tiyatrolarının
meramını da siz çözün.
Bu oyundan hareketle karamsar bir tiyatro ve sanat çözümlemesine girip
moral bozmaya yeltenmeyeceğim.
Asil Kahraman Belenciler –
Ocak 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder