11 Ocak 2017 Çarşamba

On İkinci Gece: Ne Klasik Ne Uyarlama

On İkinci Gece: Ne Klasik Ne Uyarlama
En başta iyi bir şey söyleyemeye çalışayım da sonrasında yazacaklarım On ikinci Gece tatsızlığında olmasın. “Çok para gömmüşler.” Baştan sona izledikten sonra akıldan geçecek şey bu. Prodüksiyona para harcanarak oyun kurtarılabilir mi? Mümkündür; deneme On İkinci Gece... Bunu da söylemiş olayım. Peki On İkinci Gece’yi kurtarabiliyor mu çok para, pahalı prodüksiyon? Zannımca hayır! Tiyatroya ve emeğe  saygımdan dolayı “zannımca” diyorum. Bu oyunu, bu haliyle olumlu bulacak çok az kişi çıkar. Nitekim benim izlediğim gün, salonda da bu arkadaşlardan vardı. Hatta, öylesi anlarda gülen birkaç kişi çıktı ki; dönüp bu arkadaşlara bakasım geldi.  Oyunculuk kısmına geçmeden önce ki; en önemli kısmı orası, yönetmenin ve metnin orijinalinden deh dehleyenin şuna karar vermesi gerekirdi; bu bir klasik mi olacak yoksa bunu alıp uyarlıyalım mı? İkisi de seçenek ve iki yöntemden de iyi bir oyun çıkarılabilirdi. Benim izlediğimin hangisi olduğunu çok çözemedim. Klasik değildi biliyorum. Uyarlamalar gördü bu gözler; bu On İkinci Gece bir uyarlama da değildi. Bakın, kötü bir uyarlama da olabilirdi ama bu uyarlama değildi. Bu, benim izlediğim başka bir şeydi.
Shakespeare On İkinci Gece’yi bir komedi olarak yazmış; (yemin ederim öyle) yalnız ben söylemiyorum, “en sevilen komedilerindendir” tarzı açıklamalara da rast geldim ama ben, salondakilerin kahir ekseriyeti ve yanımdaki arkadaşım ve ötekiler ve handiyse kimse gülemedi. (Yalan olmasın bir iki kişi güldü). Kısacası, bu şaşkın kul oyunu bir yerlere oturtup neye geldiğini bir türlü çıkaramadı. Klasik değildi, uyarlama yoktu, komedi olamadı, trajediye dönüşmedi... Dekordaki onlarca nesne, ekranlar, kamera, geldi, gitti, girdi çıktı. Pencereye (merdiven) tırmananlar düşmesin diye aşağıda sıkı sıkı tutanlar bile vardı. “Her şey bir şey için düşünülmüş.” Boks ringine kadar kuruldu. Bunların güldürmek için mi yoksa yönetmenin kendini kanıtlama çabası için mi orada bulunduğuna dair elimde yeterli kanıt olmadığı için yazamıyorum.
Benim gittiğim gece, daha öncesinden oynanamayan bir oyunun ertelenmiş performansı sergilendi. Salonun üçte biri, ertelenmiş gösteriye icabet etmeyince de kendimce salonun en güzel yerine kurulup izleme fırasatı buldum. En azından bu iyiliğin bedelini ödeyip bir iki muhteşemdi, harikuladeydi diye yazma isteğim var ama neyine söyleyeceğimi bilemedim. Hadi, yığınla para dökülen prodüksiyon için gidip yaklaşık iki saat, perde demeden süren oyunu izleyebilirsiniz diye yazayım. Hadi! Ayıp olmasın şarkı performanslarına da eh işte diye haksızlık etmeyeyim. Sonuçta vicdan sahibiyim, lakin gerisi... ya gerisi... Gerisi bir felaket. Sonunda alkışladım mı? Hem de ayakta alkışladım. Neden? Çünkü, bizim izleyicinin standartı çok düşük, her oyunda zırt diye ayağa kalkıyor, özellikle de en önde oturan torpilli, akraba, eş dost kısmı. Onlar kalkınca da Meksika dalgası gibi “kalkışlar” arkaya doğru yayılıyor. Ortada tek başınıza oturarak beklerseniz; burnu büyük biri olarak ve emeğin değerini vermeyen bir gaddar nitelemesiyle kalakalmanız mümkün. Buraya yazıyorum; okuyanlar iletmesin. Levent Öktem kendine haksızlık etmiş. Shakespeare oynadım, kariyerimde On İkinci Gece de var demek için uğraşmamalı sanatçı. Bilmiyorum, şehir tiyatroları oyuncularının o hakkı var mı ama oyuncu oyun seçebilmeli. İlla da Malvolio’yu oynayacaksın denmememli. Oyuncu, Serdar (Biliş) kardeşe “sen bu işi beceremiyorsun, ben gidiyorum,” diyebilmeli.
Tabi bir haksızlık yapmamak için yazayım. Oyun ne olursa olsun, yönetmen ne yaparsa yapsın ışıltıları olan oyuncular vardır. Biri Bennu... Yakın arkadaşımmış gibi yazıyorum ama değil. Tanımam. Bennu Yıldırımlar o rolü, öyle oynamalı. Oyundaydı! Teamül öyle olsa Bennu hanımı sahnede bırakır, diğerlerini aşağı indirir, özellikle alkışlardım. Diğer oyunculara kastım filan yok elbette. Onları da tanımam. Yanlış anlaşılmasın bu kulunuz Serdar kardeşi de tanımaz. İyi işleri vardır belki, yoksa niye oyun versinler? Hem de Shakespeare... ama ona neden böyle yapıyorsun dememişler, neden bu kadar bütçe ayırmışlar ve gelip ne çıktığını görmemişler, Serdar kardeş de neden bu kadar başarısız bir şey yapmış bilemedim. Çözemedim.
İçimde kalmasın diye yazıyorum. En çok beni rahatsız eden şeyi anlatmalıyım. Viola sürekli sahnede ve ikizi Sebastian’la birlikte Senan Kara canlandırıyor. Hem erkek, hem de kadın. Kotarıyor da... İyi bir yönetmenin elinin altında izleyiciyi gülüp geçirebilecek hali var. İzleyiciyi avcunun içine alır. Yönetmen denilen arkadaş oyunu bu hale getirmese çok başarılı olacak. Ne ki; oyunda sona gelindiğinde, yaptıkları yetmiyormuş gibi, Serdar kardeş izbandut gibi bir abiyi (adını bilmiyorum) pat diye Sebastian kılığında sahneye çıkarıyor. Artık Sebastian o. Haydeeee.... İyi bir oyunda olsanız bile öyle sakil kalır ki; bre Serdar birader diye saydırmak geçiyor insanın aklından. Ve oyun o sonradan gelen Sebastian ile bitiyor. Viola ve Sebastian’a azıcık da olsa gönlü akan, hoşlanan, izleyici gözünde, oyundan milimlik tat bırakan Senan’ı da harcıyor. Elde kalıyor sıfır.
On İkinci Gece yerine “12. Gece” afişlemesi yapan Şehir Tiyatrolarının meramını da siz çözün.
Bu oyundan hareketle karamsar bir tiyatro ve sanat çözümlemesine girip moral bozmaya yeltenmeyeceğim.

Asil Kahraman Belenciler – Ocak 2017


Hiç yorum yok: