1 Ocak 2014 Çarşamba

Sinema Savaşları



SİNEMA SAVAŞLARI

Yeni dünya düzeninin hamisi Amerika elindeki her “silahı” etkin biçimde kullanmayı beceriyor. Tarih diye bir şey varsa ve olacaksa (aksini savunanları tenzih ediyoruz) iddialı bir ifadeyle diyebiliriz ki; Amerikan sineması bu silahların en önemlilerindendir. Elbette silahlar arasında bir sıralama yapmak da mümkün, bilimsel verilerle bu değerlemeyi yapar, Amerikan sinemasına da hak ettiği yeri verebiliriz ama bu önyargıyı direk ifadenin de bir kusur olacağını sanmıyoruz. Hele ki ortada olağanüstü dönemler, olaylar ve kişiler varsa... Şimdi kitabın temel unsurlarını sıralayarak başlayalım. Öncelikle adı: Sinema Savaşları... Sinemaya neden “silah” muamelesi yaptığımızın sarih kanıtıdır. Sonra iki adam, Bush ve Cheney... Hadi bir adım daha atalım ve zamanın da 2 binli yılların başı olduğunu söyleyelim. Başkaca dersek; 11 eylül, Afganistan’a asker, Irak savaşı, Kyoto Protokolü’nü şiddetle red, Guantanamo hapishanesini açmak... Dönemi fazlaca tanımlamak gereksiz. Bush’un şaibeli seçildiğini de belirtmenin bir manası yok artık. “O” Amerika’yı anlatıyoruz. Ve Amerika’nın en etkili silahı sinemayı.
Kitapın yazarı bir akademisyen, Douglas Keliner, Hollywood’un nasıl bir mücadele alanı olduğunu anlatarak koyuluyor işe. Biz bunu zaten biliyoruz. Aslında tüm hususların altını başka kitaplarda, başka forumlarda, başka konuşmalarda çizmişizdir Keliner sistematik olarak yineliyor. Önce belgesellere girişmiş. Belgeseller ki; muhafazakarların önce para diyen, çevreyi öteleyen duruşlarının çözümlemesi. Başka bir şey daha yapıyor belgeseller... Bush-Cheney muhteşem ikilisinin muhafazakar ve paracı çevrelerle, sermayeyle ortaklığını, yakınlığını yeniden vurguluyor. Aslında dönem belgeselleri, belgeseller de dönemi şiddetle izleyicilerin tanıklığına sürüklüyor.
Hollywood’un başka bir özelliğini daha ortaya koyuyor Keliner. O müthiş soruyu sorarak. Amerika önce filmleri mi yapıyor yoksa önce yapıyor sonra filmini mi çekiyor? Keliner’e göre 2008 krizinin altını kaldırıp bakınca önce filminin çekildiği savı güçleniyor. Hem bu 2008 krizi ile sınırılı da değil. Çevre krizi de var ortalıkta ve bunu da Holywood çok önceden dikkatlere sunuyor. Bir tür hazırlık mı, tepkilerin önceden alınması mı bilemiyoruz ama Hollywood ile kehanet arasındaki ilişki fazlaca sarmal, iç içe geçmiş. Hollywood’u sorgulamak, kehanetçi demekten fazlası olan bir çabayı gerektiriyor ve biz bunu da zaten biliyoruz. 11 eylül’ün gerçekleşme tarzının ne denli Hollywoodvari olduğunu vurgulamak için çok fazla filme bakmak yersiz. United 93, World Trade Center, Mission Impossible III üzerinden yürüyor hedefe Keliner. Ama komplo teorileri yalnızca bize ait değil. Keliner asıl topraklarının Amerika olduğunu Michael Moore üzerinden ifade ediyor. Kapitalizme karşı duruşun cezasız kalmayacağı Keliner’in de öfkesine maruz kalınacağı sarih. Söylemem bile gereksiz. Amerika’nın topyekün kapitalizm tapıcılığına Keliner de “akademisyen” kimliği ile saygı duruşunda bulunuyor sonunda.
Sonuç olarak (ki bu klasik deyim mutlak bir yazının gereği) Keliner, sinema üzerinden gidip, kitap yazma edimini kullanarak yeniden Amerika’nın ne olduğunu anlatan klasik bir örnek oluyor. Her şeyi söyleyip, hiçbir şeye bağlayan ama çok şey dedime getiren “o anlayış.” Keliner okunur ama başka yargılara varılacağı muhakkaktır. 


Abdullah Bekir 

1 yorum:

kitapsevenlerle dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.