7 Aralık 2016 Çarşamba

Juliette Tarzı Kitapçı: D&R'a Rakip Oluyorum


kitapçı d&r ile ilgili görsel sonucu

Juliette Binoche benden on üç yaş kadar büyük. Otuz altı yaşındayken oynadığı Çikolata filminde dükkanından içeri girenlerin hangi çikolatayı beğendiğini şıp diye buluveriyor. Senaryo öyle. Juliette’nin gözlerinin içine baktığınızda, insanların sevdiği çikolatayı bulma işinin bir tahminden çok daha ötesi olduğunu keşfedebiliyorsunuz. Müthiş bir kendinden emin olma hali var ki; imrenerek izlemiştim. Kalabalıklaşmış, envayi türlü adamların ve kadınların yaşadığı büyük kentlerin eski semtlerinde bu türden nostaljik denemeler yapılmıyor değil. Çoğu başarısız kalan –maalesef- bir sürü adım biliyorum. Ufak bir lokanta, fazlaca iddiasız bir pastane ve ama bol sayıda kahvehane var. Peki! Kitapçı? İçinde bin adet kitapla, edebiyat sevenlere kapısını açan küçük ve sıcak dükkanlar var mı? Ben, büyük şehirlerde görmedim. Kanaat edip, yaşamını kitaplarla dolduran ve kapı açılıp içeri girenlerin nasıl bir kitabı beğenebileceğini söyleyebilen birileri neden çıkmıyor? Düşünebiliyor musunuz, baktığınız raftan, elinize alıp incelediğiniz kitaptan, sorduğunuz sorulardan, ettiğiniz sohbetten ya da giyim kuşamınızdan  sizin ne tür bir kitap aradığınızı bilecek bir adam ya da kadınla karşılaşsanız. Elbette sizin de kitap sevdiğinizi varsayarak söylüyorum bunları. Şu üzerinde yaşadığımız topraklarda, bir yılda kırk binden çok kitap basılıyormuş. Bunları basanların çoğu yeşile düşman, yaptıkları da boşuna kağıt tüketimi...
Peki ya, onca çöpün içinden sizin için pırlanta olabilecek kitapları bulup çıkarmak olası mı? Denersiniz ama bıkmak, vaz geçmek de var işin içinde. En iyisi birkaç arkadaşınızla şöyle endamlıca edebiyat, kültür, kitap sohbeti yapabilmek. Onun gördükleri, ötekinin duydukları, sizin seçebildiklerinizle içinden okunabilecekleri bulup çıkarmak. Ya da... Ya da o sözünü ettiğim kitabevinden içeri girmek, güzel ve bakımlı bir kadının – sanırım bir Juliette beklemiyorsunuz - size uzattığı kitabı şöyle bir evirip çevirmek. Yazarının önceki kitapları, çeviriyse kimin çevirdiği, yayınevinin titizliği üzerine karşılıklı kelam edebilmek. Bu böyle olur. Bu kitap okunur. Aldın okudun, öteki gelişinde daha sen içeri girmeden raftan uzanıp bir kitap alıp, eline uzatılması... Daha da fazlası... Bir kitabın senin için getirtilmesi, rafta bir yerde seni bekleyen kitabın olması. Şu, tabletten kitap okunması hadisesine hiç girmeyeceğim. Bu anlatıda ona niyet etmedim. O iş, benim gibi düşünsel olarak yaşını almış bir adam için fazlaca ucube bir şey. Anlattığım, düşlediğim şey, kağıdın üstüne serçe ayak izleri gibi uzanmış harfler, kağıt kokuları, raflar, kütüphaneler, ayraçlar... Ben başka bir dünya tarif ediyorum. Çikolatanın hangisini beğenebileceğinizi söyleyen Juliette’in gözlerindeki emin olma haliyle girdiğiniz kitapçıdan...juliette binoche ile ilgili görsel sonucu

Bu işi kafaya taktığımda küçük çaplı bir kamuoyu araştırması yaptım. Çocuklara kitap ya da kitapçı sorduğumda bana D&R’ı tarif ediyorlar. Büyüklere sırnaşıyorum; ağızlarını arıyorum, kitapçı, kitabevi, dükkan filan diyorum ama nafile... Onlar da hiç ses seda yok. Israr edersem çocuklar gibi onlar da D&R diyorlar. Alış veriş merkezlerinde satış yüzeyi tutmuş, en büyük kitapçı oymuş. Bir işletmeci, ekonomist arkadaş söyledi. Satış yüzeyi ifadesini öğrendim. D&R’ı marka olarak biliyorlar. Israrla da kitapçı diyorlar oraya.
“Bu da bir şey,” dedi bir arkadaşım geçenlerde. Boyama kitapları ile çocukları sevindirerek başlayabilir aileler. Sonra? Sonra yollarını çocuklar kendisi çizecek. Şimdi büyükler için de boyama kitapları varmış; onlar da hele bir girsin D&R’ın içine elbette yanında gözüne ilişen bir kitabı alıp çıkacaklarmış. Ve sonra... Ve sonra çok sayıda okurumuz olacak. Heyhat! Buna inanmamı istiyordu arkadaşım.
Bu aydınlatıcı ve ufuk açıcı kamuoyu yoklamasından sonra ben de asırlar sonra bir D&R mağazasından içeri girdim. Herkesin yaptığını yapmak için. Elbette Juliette’siz bir mekan... Gözümün içine onu gibi birinin bakmasını beklemedim. Ben de herkes gibi çok satanlar ve yeni çıkanlar sütunlarında dolaştım. Albenili kapakları olan kitapları aldım elime. Fotoblok –bu sözün Türkçesi var mı bilemedim -  yaptırılmış, girişte Juliette’den daha güzel bir kadın karşılıyor.  Uzaklaştım, çok satanlardan birini aldım elime, kitabın içine, daha da çok arka sayfasına baktım. Sonra, sonra da yeni çıkanları, çok satanları ve gözüme sokulanları uzun süre kolaçan ettim. Bir iki tanıdık isme rastladım kitap kapaklarında. Sonra da sohbet etmek için bilgisayar arkasına oturmuş arkadaşın yanına gittim. Dedim ki; “Babam Nurullah Ataç... Kitabın adı bu; Meral, kızıdır o yazmış. Yapı Kredi’den...”  Benim gibi birinin – bu sözü umursuyorum elbette - soracağı hemen hemen her kitabın D&R’da olmadığını peşinen söyleyebilirmiş. Açık sözlüydü arkadaş. Uzatmadım, bulabileceğim ve benim de almamı önerebileceği bir kitap var mıydı? “Abi,” dedi, artık samimiydik ve ben o samimiyeti gerçekten sevdim. “Değişiklik olur, sen Olasılıksız oku.”  Ben ne soracağım? “Herkes onu mu okuyor? Diye sordum” Uzun etmeyeyim.. “Yok,” dedi; herkesin evinde mutlaka bir adet Kürk Mantolu Madonna varmış. Çok popüler dedi, son günlerde. Sabahattin Ali’yi sevmediğimi söylersem kızacak gibi geldi. Yanından uzaklaştım. Bir dron fiyatı öğrenip oradan çıktım.
dron ile ilgili görsel sonucu
Kapıdan yayıncı bir arkadaşımı aradım; dedim ki, “şu son bastığın kitabın adı ne?” Söyledi de ben burada yazmayayım. Deşifre olmasın. D&R’daki samimiyeti artık iyice ilerlettiğim “arkadaşa” gidip o kitabı istedim. Benim de alabileceğim kitapların olduğunu gösterecektim. Ben bir ucube değildim. Önce bilgisayardan mağaza içinde bir yön tayini aldı. O yönde gidip yaklaşık on dakika kadar rafı kurcaladı ve eli boş döndü. “Stoklarda var görünüyor.” Bu sanırım beklersem kiatbın geleceği anlamına geliyordu. Bekledim. Bir koli kitapla başka bir arkadaşı geldi, ipler kesildi, kaplama kağıt yırtıldı ve bir hafta önce gelmiş kitap ortaya çıktı. Rafa konulması unutulmuş. Samimiyetimize binanen söylediğine göre; “bir hafta daha arayan soran olmazsa koliyi açmadan iade edeceklermiş.” Yayıncı arkadaşıma bu kısmı anlatmadım. Bildiği ile üzmek hoş olmazdı. Koliyi açtırdım, samimiyetimize istinaden yayıncı arkadaşımın kitabını yeni çıkanlara koydurdum. İki adet. Rafa dizildi. Ben de birini satın aldım.
Çıkınca yayıncı arkadaşımı aradım ve olan bitenin anlatılabilecek kısmını anlattım. Dedim ki; “bu D&R para kazanmak istemiyor mu? Neden raflara koymuyor kitaplarınızı?” İşte o dem vehametin daniskasını öğrendim. “Benden çok kazanıyor, hatta ben zarar ediyorum,” dedi. Kitabın üzerinde yazılı fiyatın yarısını alabiliyormuş yayıncı. Yani; dosya seçimi, editörlüğü, düzeltmesi, kapak çizimi, basımı, dağıtımı, yazara telif ödemesi, akla gelecek her ne varsa o her şeyi yapıp kitabı yarı fiyatına D&R’a veriyorlarmış, D&R dışında bir de diğer dağıtımcılara... D&R rafa koyma bedeli olarak yayıncının aldığının aynısını cebine indiriyormuş. Bunları duyunca yazarları aklıma geldi. “Ya yazar?” Beni kızdırmak için söyledi sanırım; “Siktir et abi yazarı. Okurdan çok,” dedi.
Şimdi proje yapıyorum; elimde üç kuruş var. Çocuklar musallat olmazsa bizim semtte bir kitapçı açacağım. Bir dükkan. Juliette gibi masanın arkasında bekleyip girenlerin gözlerinin içine bakacağım ve ona hangi kitabı beğenebileceğini şıp diye söyleyeceğim. D&R korksun. Juliette tarzına yenik düşecek...


T.S.Bolulu - Kasım 2016 / İstanbul





Hiç yorum yok: