6 Aralık 2016 Salı

Kendi Aleminde Küçük Bir Adamın Hikayesi



Sartre, genellikle enerji fışkıran, hız tutkunu bir aydın olarak Sokrates’in “var olmak yapmaktır” (to be to do) sözünü tersine çevirerek “yapmak var olmaktır”a (to do to be) dönüştürmüştür. Kurt Vonnegut bu ikisine İngilizce söylenişinden de yararlanarak, Sinatra’nın “do be do be do” sözünü ilave edip bir tür aforizma oluşturmuştur. Fakat, hem gerçek yaşamında hem de kitaplarındaki eylemlerinden ya da aksine eylemesizliklerinden dolayı Sartre’ın tutumunu fazlasıyla tartışmalı bulduğum için ona karşı çok büyük bir sempati konusunda her daim çekingen kaldım. Melville’in Bartleby, Backett’in (hatta gerçekte Dante’nin) Belacqua Goncharov’un Oblomov’u ise en derin sevgimi ve saygımı kazanan karakterlerdir. Hiç biri, boş yere genel bir hoşgörüyü hak etmemiştir. Ve Amsterdam Hikayeleri’nin yazarı net bir biçimde ortaya çıkıp şunu söylemiştir: “Var olmak istiyorum, ve benim için yapmak: var olmamaktır.” (I want to be, and for me to do is: not to be)










sartre cartoon ile ilgili görsel sonucu

Beleşçi adlı ilk öykünün ana karakteri olan Japi, çalışmaktan imtina eden ve arkadaşlarından aşırarak yaşamını idame ettiren birisidir. Her şey onu tatmin eder, her şey sevindirebilir, şöyle ki; Japi’nin tek derdi, öyle söylüyor; “arada bir de olsa Walcheren’de tek bir olay yaşanmaması.” Bu, Japi’nin okul dünyasından ve sonrasında çalışma ortamından küçük bir konuşma: “On sekiz yaşına kadar önce okula gidersin... En tuhaf şeyleri öğrenmek zorunda kaldım... ‘Varisin miras bırakana ait borçlardan sadece iktisap ettiği şeylerin değeri oranında sorumlu olma hakkı.” Haydi, çevir bakalım bunu Fransızcaya. Bu, böyle yıllarca devam eder. Sonra peder bey, seni bir yazıhaneye yerleştirir. Orada bütün bunları, zarfları ya da pulları ıslatmak için öğrenmiş olduğunun farkına varırsın.”


İşin aslı, “NESCIO” zarfları ya da pulları ıslatmak için bilmesi gereken her şeyi ve daha fazlasını biliyordu. NESCIO, Hollandalı bir dükkan sahibinin oğlu, ithalat-ihracat işinde bir iş insanı, hepsinden öte dört çocuklu bir aile sahibi JHF Grönloh’un mahlası. Yazmak için çok az zaman bulabiliyor ve çok az yazıyor: Yazmasının temel saiki çok sevmesi ve bazı şeyleri anlatmak için aciliyet hissetmesi. Çok sıklıkla büyük bir düzenin içinde önemsizliğimizi anlatıyor, -dünyayı yok edecek büyük haberlerden değil- bazı şeylerin kutsal, başka bazı şeylerin harika olduğunu değil de bunların içinde önemsizliğimizi... Bu yönüyle yakın çağdaşı Robert Walser’e benziyor. Walser’in Berlin Hikayeleri de evrende yer bulan küçük bir adamı anlatmaktadır.


Hikayelerin büyük çoğunluğu I. Dünya Harbi zamanında ya da öncesinde geçmektedir. Meteliksiz sanatçıları, gece yarılarına kadar Hollanda cini içen, bolca sigara tüttüren sanatçılarıyla La Boheme’ye çok benziyor ama daha gerçekçi. İngilizce baskısında Joseph O’Neill’in mükemmel sunumunda söylediği üzere: “Memur sınıfının sosyal ve varoluşsal açmazı, azımsanmayacak bir memurun bizzat kendisi tarafından eşi görülmemiş bir edebi incelemeye tabi tutuluyor.” Fakat, NESCIO, bir iş insanı olarak süresiz olarak aynı şeyin yapılmaya devam edilemeyeceğini biliyordu. Japi, bir madenciyle kavgasından sonra kendi gölgesi oldu ve bir iş buldu. Ve Nazi istilası esnasında geçen en son hikayede anlatıcı, arkadaşı Flip’e dönüşmektedir. Flip, hepten perişan biridir, kafasının içindeki boşlukta edebildiğince hikayeyi ters yüz ediverir. Bu hikaye NESCIO’nun önceki çalışmalarının kodlarını taşır gibidir. NESCIO, büyük acı ve derinlik veren sözcüklerle geçmişi kendince yendien düzenler ve okuyucu böylece garip duygulara sahip oluverir.  “Bunlar yaşadığım ilk olaylı zamanlar değildi ve eğer Tanrının yardımıyla daha uzun ömrüm olacaksa, üçüncü savaşıma girecektim. Bazı şeylerin sessizlik sürecini sessizlik belirler. Bazı şeylerin sessizlik süreçleri sessizlikten kendi suskunluğundan beslenir, bugün kahraman olan küçük adam yarın da olacaktır, barış geldiğinde de küçük salak işinde azarlanacaktır.”


Yazan: Nicholas Lezard   Çeviri: Ahmet C. Sırkollu    Yayın: The Guardian      Tarih: 15. Mayıs. 2012

Hiç yorum yok: