25 Aralık 2018 Salı

bir vapur gelip alsın istedim





bir vapur gelip alsın istedim beni. son kez onu ve son kez vapuru görecektim.
ışınkılıç’tan bir sabah vardı sefer, bir de akşam üstü. durum o ki; ya sabah veda edecektim ya da akşam. önemli değil ki; hangi vakit olursa olsun fark etmez, veda edecektim. onu gözlerinden öpecektim, izin verirse. arkasında ihtiyar bir konak, üstünde yazdan kalma bir güneşle bırakıp koşar adımlarla iskeleye yürüyecektim. böylece sağ ayağımı sürüklediğimi fark etmeyecekti.
aradım. masum bir görüşme oldu. sözcükleri hangi cümlelerin içine yerleştirmemiz gerektiği sanki önceden söylenmişti. başı, sonu belli bir konuşma oldu. biz değil, başka bir kadınla başka bir erkek, başka bir kasabada, başka bir zamanda ayrılığa gitmek için ifadeler seçseler, işte tam da bunları seçerlerdi. bizimkinin bize dair bir yanı yoktu.
son görüşmemizin de herkesinki kadar sıradan olmasını istemedim. oysa, ayrıcalıksız, şatafatsız, alelusul bir son, gelişigüzel bir veda daha az can yakabilirdi.
iki poğaça aldım, birisinin içinde göstermelik zeytinleri olan. severdi. iki çay söyledim, sandalyeleri altımıza çekmeden önce, açık çayı da severdi. iki kere baktım gözlerine, gözlerinde kalmamı severdi.
poşeti masaya bıraktı, hemen önüne. eliyle itekledi bana doğru. masa örtüsü toplandı ucundan, düzeltti. kucağıma aldım, ağzını açtım, içine şöyle göz ucuyla bir baktım. açıp bakmadan envanterini çıkarabilirdim. ne vermiştim ki bugüne kadar? yüklüce bir aşk, uykusuz bırakacak kadar acı, en mutlu olmamız gereken anda dahi üstümüzde dolaşan hüzün... poşetin içinde başka ne olacaktı ki; ben ona güneşi yakalayıp veremedim, rüzgarla doldurmadım ağzını burnunu, saçlarına sigara dumanı sinmedi benimle. üç beş yaprak, bir iki kozalak, kurutulmuş çiçek ve en büyük çılgınlığımız: sertensel olterbeanteni’in kış uykusu kitabının kapağı. birlikte yırtıp çaldık mantentale’de...
vapur görünür görünmez balıkçı tekneleri kaçtı iskeleden. ihtiyarlar oltalarını topladılar hazırlık için. yere serilmiş malzemeleri arasına birer tabure koyup sohbete başladılar. bizim, çaylar gelince bile başlayamayan sohbetsizliğimiz de üzerine eklenecek olsaydı, bu yeryüzünde yapılacak 23.987.459.982.124.346.435.987.436,17’nci sohbet olurdu. virgülden sonraki 17 felç geçiren savarstanley beyin yarıma bile erişemeyen sözcüklerinin ilavesiyle bulunmuştur. ben eski yunan’da bulutlar tanrısıyken kattırdım sohbetler hesabının içine. virgül olsun istedim. hassas olsun istedim. hesaplar hassas olmalı! sohbet hesapları kılı kırk yararak çıkarılır. bulutlar tanrısıyken ben koydum kuralı.
vapuru görünce ayağa kalktım. ayağa kalkınca o da ayağa kalktı. o da ayağa kalkınca bir martı konmuştu ayak yolu üstündeki ceviz ağacının çıplak dallarına, çığlık attı. martının çığlığı kediyi korkuttu. ben elini tuttum. ve ona ne kadar sevdiğimi söylemedim. içimde tuttum.
gözlerinden öpmek için atıldım, elimi bırakıp beni kendinden uzaklaştırdı. onun içinde tuttuklarını söylemesini ister miydim? hayır! gözlerinden öpecektim yalnızca.
maltrantesten tarafındaki yoldan bir kemancı peyda oldu. anlaştığımız gibi çalıyordu konçertoyu. pyotr İlyiç, bir sabah, rengarenk koruda yazmış bunu. severdi. duyunca dönüp arkasından, maltrantesten’den gelen yolda çalarak yürüyen küçük kemancıya baktı. ilk teklif ettiğimde evlenseydik bunun yaşında bir kızımız olabilirdi. ya da oğlumuz... pyotr İlyiç kadar evliliğe düşmandı. istemedi. ve evlenseydi benimle; henüz ilk gecede bile tiksindiğini söyleyecekti benden bana.
makası aldım poşetin içinden. bir doğum gününde ve ben çok parasızken götürmüştüm. onun evine doğru yürüyordum, kıştı. karın üstüne çöp kutusundan düşen parçalardan biri de bu makastı. gazete kağıdına sarıp uzatmıştım, hediye olarak.
saçını tuttum, anladı, kıpırdamadı. bir parça kestim, artık benim olan poşetimin içine attım saçlarını. saçları renksizdi. belki de onun için  gözlerinden öptürmedi. döndü ve kemancı çocuğa doğru yürüdü. döndüm ve vapura doğru koşmaya başladım. sağ ayağımı sürükleyerek... vapur ışınkılıç iskelesinden halat çözdü. ben hala koşmaya çalışıyordum, sağ ayağımı sürükleyerek. kemancı sustu. anladım ki beni merak ediyor. anladım ki içinde yetişebileceğime dair bir umut var. iskeledeki ihtiyarlar, çımacı ve saçından parça aldığım kadın... birlikte ve tüm ışınkılıç sustu.
vapur bir insan boyu iskeleden uzaklaştı. ben bir insan boyu kadar vapura yaklaştım ve atladım. balıkçı teknesindeki kadının ağlayarak bağırması kaldı kulağımda. bulutların tanrısı sesi yuttu. 


mustafa doğan
kış 1978 - maltrantesten   

   

Hiç yorum yok: