düşler ve gerçekler
yine sade bir kış
akşamı
ölümcül
gökyüzü elimizden
alınmış
ay bizim ay’ımız
hayli gösterişsiz
hep öyle
olmuşluğu vardır
zalım
yel şimdi esti
esecek
kararsız,
ikircikli, alelade
biri seçilmiş
dünyayı da güzel eyler
çirkin için çalar
bir öteki
ne hacet ona buna
ay’a ve gökyüzüne
biri her akşam
alır başını gelir
habersiz
sığınır daracık
bir düş içine
o ki benim
tarafımdan
icazetsiz
kurulmuştur
sayrılı vakitlerde
ömrüm de istesem yetmez
ilkyaz olmadan
terk eder
yaradılışı öyle
zora gelmez,
zoraki olmaz
uyanırım bir sabah, alacakaranlık
uyurum sonraki sabah,
alacakaranlık
bir adam düşer
birinci köprüden
arkasından
işlenmemiş günahları
cüssesinden yeğni
sığına sığına
varırlar üç başlı ejderhanın cehennemine
şuracıkta bir yer
her yer alev, her
yer dört mevsim, her yer nankör
bilip bilmeden
konuşuruz
ordan burdan
adımız çıkmış
adımız
soğuk olsa ne
yazar yüzünüz
ninni
söylemeyecektiniz ya
kaldırmayacaktınız
da gördüğüm kabustan
bir gemiye
bindirip gece vakti
kapınızın önünden
geçen
fizan’a
sürecektiniz
ölürsem orada
öleyim diye
söyleyince
bahanesi var
düşte, kabusta orta
kahve içilmiyor
fala bakılmıyor,
okuyup üflenmiyor
sevişiyor iki
kadim sevgili
yazılıyor
defterlerine
cehennem hiç
boşalmıyor
razı geliyor çok
aşık
dikbaşsız hepsi
eyvallah diyor
kaderine...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder