Yeni yayımlanan bir çeviri kitap "Kar Adam"
Ülkesi Yugoslavya’nın adım adım parçalandığı, savaşın
tüm hızıyla sürdüğü bir anda Kanada’daki bir üniversiteden iş teklifi alan
edebiyat profesörü, bu yeni, güvenli ancak steril dünyada bulunuşunun bütün
tedirginliğini hisseder. Tıpkı yaşayacağı evde bulduğu haritalardaki sınır
çizgilerinin, insan topluluklarının, ulusların anlamını yitirişi gibi, zihninin
bütün katmanlarında ayrışmaya ve ait olduğu bedene yabancılaşmaya başlar.
Albahari, zamanımızın kahramanını şekillendirirken
düşünce evrenine başrolü veriyor ve felsefi bir düzlemde varoluşun
yanılsamalarını Bernhardyen bir üslupla yeniden sorguluyor.
Üniversite
değildi aslında meselem, eğitime duyulan inançtan, öğrenim sisteminden, başka
bir deyişle her şeyden,
bilimden, tanımlardan, inkarlar ve denklemlerin toplamından, her şeyi
öğretebileceğini savunan öğrenim sisteminden nefret ediyordum. Dekana gidip
kalamayacağımı söylemeyi düşünüyordum. Kendisinden dolayı değil tabii, bunu
özellikle vurgulamalıydım; eğitim inancından, özellikle sanat eğitimine
duyulan inançtan, sanatın kendisinden, sanat için sanat yapanlardan,
kelimelerin arasındaki boşluktan, sesler arasındaki sessizlikten, renkler
arasındaki beyazlıktan dolayı. Yazma ediminin öğrenilebileceğine inananlar,
şiir ve hikayenin yapım ve inşaat olduğunu sananlar aslında onların gerçek
doğasını anlamayacak.
|
Halbuki böyle bir kişi, bir şey
yazabilse bile harfler, sözler ve dilbilgisi olarak kalacak, çünkü yazdıkları
ancak inşaat kalıntıları, mimari artıklar, dil iskeletleri olacak. Artık hiçbir
şeyi düşünmüyordum, nefretin içime dolmasına izin verdim, “inşaat, artıklar,
iskeletler...” gittikçe daha yüksek sesle tekrarlıyordum, en sonunda sesimin
tüm gücüyle tekrarlıyordum.
(Arka kapak yazısından...)
Quill and Quire - Ellen Elias-Bursac
David Albahari’nin İngilizce’ye çevrilmiş dördüncü romanı, sürgün ile
mültecilik düşüncesini ölçülemez uçurumla birbirinden ayıran bir meditasyon.
Mülteciler, evlerinden, uluslarından uzağa topluca gelip, birlikte kendi
toplumlarını, tesellilerini ve umutlarını bulmaya meyillidirler. Kar Adam’da
öykülendirilen ise, bulduklarının sadece yalnızlık ve isimsiz bir sürgün
olduğudur. Kitapta bu yalıtılma ve memleketsizleşme duygusu kaçamayacakları
bir biçimde onları içine çekmektedir.
Romanın başlangıcındaki Albahari’nin sürgünü, bir romancının savaşın
tahribatından kaçışı ve bir Kanada üniversitesine varıp konuşlanmasıdır. Evini
terk kararı verişi, hemencecik ve açıklıkla görünür kılmıştır ki; yazar berbat
bir hata yapmıştır. Üstüne üstelik yeni bir yaşama başlamanın yıkıcı tuhaflığı
ve yer değiştirmenin üzüntüsüyle, akademik dünyanın entelektüel burnu
büyüklüğünden nefret edecektir. Profesörlerin her şeyi mutlak bir kesinlikle biliyor
olma halleri ve öğrencilerin de çabukça beyin yıkama geyrtkeşliği onu iyice izole
eder. Yabancılaşmanın yarattığı sürgünlük duygusu yıkıcı hale gelir. İşte bu
noktada tek rahatlatıcı şey portakla suyudur. Kopuştan önce memleketinde
yetiştirdiği portakallar, yaşamın kırılganlığını ve kaygıyı anımsatan basit
birer iksire dönüşür.
Paragraf arası vermeksizin yazması ve yavaş, kıvrılmacı tarzıyla Albahari, sık
sık da kendine dönüşleriyle metni zihin akışlarının ötesinde benzersiz bir üsluba
dönüştürüyor. Kitap, bir yandan okuyanı uyuşturmaya sevk ederken aynı zamanda
güzel, hüzünlü ve takıntılı olabiliyor.
Sürgünlüğün yabancılaşma duygusu büyüdükçe kiraladığı evde eski bir harita
kolleksiyonu bulan yazar böylece romanın merkezine tarih ve coğrafyanın
meditasyonunu koymaktadır. Tabii sınırlar savaşla başlamakta ve bitmektedir.
Bulduğu telafi edecek tek şey, kar gibi, yeniden yazılabilecek kadar sade,
beyaz ve güzel bir manzara olasılığıdır. Yapılacak şey de yeniden başlamak.
Çevrir: Kitapsevenlerle
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder