3 Eylül 2014 Çarşamba

En İyisidir Gitmek


İntihar etmeden önce iyi giyinmek gerektiğine dair bir inancım vardı. Hatta ondan da önce yıkanacak, temizlenecektim; ve mümkünse de hiç yaptırmadığım kadar itinalı bir tıraş için berberin yolunu tutmam gerektiğine iman ediyordum. İntiharın çok zor bir hazırlık evresi olduğunu söylüyorum. Bütün bu koşuşturmanın içinde en önemli husus da kapımı çalacak satıcılardan, dilencilerden ve binde bir ihtimaldir ki; ondan gelmeyeceğini bildiğim telefondan sakınmam gerekliliğiydi. Ruh halim ne olursa olsun satıcıları kapıdan çevirebileceğimi sanıyordum. Son deminde, o nevrotik ve kritik evre hariç, bir yolunu bulup, kapıdan gönderebilirdim satıcıları ama telefon gelirse işim biterdi. Ölmeye teşebbüs eden bir insanın bir telefondan bu kadar korkması düşününce bana da pek akıllıca ya da mantıkla izah edilir gelmiyor elbette ama gerekçesini bilince korkumda hiç de yabana atılır bir yan olmadığı çok belliydi.
Pazartesini salıya bağlamak üzere yatmış uyumuş bir sokaktan geçiyordum. Kargir evlerin cumbaları asfaltla öpüşecek kadar aşağıya sarkmış, tarih alçaldıkça, yol da medeniyetin yükselişine ayak uydurarak havalanmış, böylece handiyse buluşmuşlar sayılırdı. Başımı uzatsam her evin içinden biraz yorulmuş kavgalar, biraz parasızlık, biraz tekdüze sevişmelerin bitkinliği, biraz soluyan köpeklerin soluğu toplayabilirdim. Başımı ne yana çevirsem orada biraz mahzun ve sindirilmiş erkeler ve biraz da yırtık, cazibeli kadınlar bulabilme olasılığım vardı. Neyse ki herkes de, sokak gibi uyuyordu ve tahmin edileceği üzere intihara giden birinin bunlara ayıracak pek vakti olmazdı. Ölmeyi bilmek odaklanma, cesaret ve azim işiydi. Öylesine kopmaz bir odaklanma ki; arkamdan hacmimin bin katı, sesi arşa çıkmış o gelen hafriyat kamyonunu bile/dahi duyma şansım yoktu. Sokağı sarsa sarsa, sessizliği yırta yırta, karanlığı dele dele gelip arkamdan canhıraş yol talep edeiyordu. Usulca kenara çekilip, istediğinden daha fazla bir yolu ona terk ettim. Geçip gitti.
Elime çingene usulü toplanmış, karanlıkta bordo görünen ama aslı daha ziyade kızıldan türeme tuhaf çiçek demeti vardı. Gül olmasını isterdim, cesete harbiden iyi yakışırdı ama gül bu semtte pek bulunmadığından adını bilmediğim çiçeklerden almıştım. Alalı üç saati geçmiş, elimde sıktığımdan mıdır, yoksa susuzluğa dayanma gücü olmadığından mı anlamadım ama boyunlarını sağa sola büküp, solmaya başlamışlardı. Sanırım yaprakları da gittikçe seyrelmekteydi ve benimle birlikte üç saattir dolaşmaktan bitap düşmüş haldeydiler. Elimin orta yerinde solmakta olmalarının neden tamamen fiziksel, kimyasal, biyolojik yani fen biliminin konusu bir husustu ve benim tam zıttım bir durumdaydılar. Netice itibariyle, asıl solan ve az sonra yaşama tamamen veda edecek olan bendim ve benim akıbetimin aynı olmasına rağmaen gerekçem tamamen ruhiydi. Bana ne biyoloji, ne kimya ne de başka bir bilim açıklama getiremezdi.
Sonunda eve girecek cesaretim oldu ve artık elimdeki nebatata benim yapacak bir şeyim olmadığından onu mutfağın siyah mermer taşlarının üzerine bıraktım. Kendime son bir defa çay hazırlamaya giriştim ama maksat çay hazırlamaktan ziyade, kendimi hazırlamaktı. Her ihtimale karşı, o ihtimal yüzde bir bile olsa, gidip telefonun ahizesini kaldırıp kenara koydum. Ararsa, aramaz da, meşgul çalacaktı. Beş on dakika sonra yeniden deneyecek ve yine meşgul çalacaktı, sonra bir daha... Bu düşük ihtimal beni uzun süre ayakta tutmuştu aslında ve az sonra boynuma geçireceğim ipin göreceği işi geciktirip durmuştu. Banyoya girip duşumu aldım. Tüm dünya uyurken suyun sesi daha gürültülü çıkıyordu. Yeni esvaplarımı giydim. Parlak, ışıksız bir yerde bile kendini belli eden kumaş, ölü birinden çok sahneye fırlamış bir şarkıcının giysisi olmak için üretilmişti. Paraya artık gereksinimim olmadığı için aldığım, bizim semaverlere benzeyen şişesinin içinde sonbahar yapraklarının solgun renginde öylece duran parfümü kaba, kaba, bonkörce üzerime boca ettim. Kadın kokusuna da benziyordu meret ama en pahalısı olduğu için seçmiştim.
İpi boğazıma geçirdim. Ayakkabım biraz dar geliyordu. Rahat olmam gerekiyordu. Boynumdan çıkarıp iskemleden aşağı indim. Bağcıkları çözdüm. Biraz genişledi sanki.  Yeniden bağlıyordum ki telefon çaldı. Bu benim telefonum değildi. Gece sessizliğinde kulak kabarttım, üstten mi, aşağıdan birinin mi, anlamaya çalıştım. Biraz daha çalınca açıldı telefon. Biri yürüdü benim tavanda. Terlikler şıpıdık şıpıdık patavatsızca değiyordu döşemeye. Bu ses hiç olmamıştı, bu ses olmuşsa da ben bu kadar dikkat etmemiştim. Bir kadın sesi, bir erkek sesine eşlik etti önce, sonra bir kadın sesi ve farklıydı, onlara katıldı. İki kadın sesi benim tavanımda mütemadiyen kaldılar. Kapım çaldı.
Satıcı değildi, bu saatte, bu kentte, satılacak tek şey vardı ve o da benim yaşadığım yerde satılmazdı. Açtım. Siyah eşofmanlarını giymiş, siyah gözlük kafesine iri camlar yerleştirilmiş bir adam duruyordu kapımda. Ne istediğini soramadım, onun ne istediğini söylemesi lazım gelirdi bu gibi durumlarda.
“Kendini mi asacaksın,” diye sordu adam.
“Sizin telefonunuzu nereden biliyormuş ki,” dedim.
İçeri girdi, buyur etmeden. Kanepemin orta yerine kuruldu. İki elini, kanepenin iki yanına serdi. Kucağını açtı sanki.
“Otur.” Oturdum.
“Yarın erken kalkmam gerekiyor,” dedi adam.
“Biliyorum. Sizi tanıyorum.”
“Eşimi?”
“Eşinizi de tanıyorum.”
“Ölmek için iyi bir zaman değil.”
“Nedenmiş o?”
“E, hiçbir zaman ölmek için iyi değildir.”
“Ne yapayım peki?”
“Git.”
“Nereye?”
“Bilsem ben giderdim ama ben hiç ölüme bu kadar yakın olmadım.”
“Aslında bir yer var,” dedim. Gerçekten de ölmek yerine gidilecek bir yer olmalıydı. Düşündüm, haklıydı. Adamınuykusu kaçmıştı. Bana kızgın değildi. Bir işi konuşmaya gelmişti daha çok. Endişeli de değildi.
“Ne dedi peki telefonda?”
“Eşim konuştu, bilmiyorum ayrıntıları ama ölmeni istemediği ortada.”
“Toplanayım.”
“Toplan tabi, ben bekleyeceğim.”
“Gitmeni istesem.”
“Gidemem. Şu anı atlatırsan asla ölmek istemeyeceksin.”
“Peki...”
“Gideceğin yeri bana söyleyecek misin?”
“I ıh!”
“Yükünü götürecek misin?”
“Sanırım.”
“Oradan da git, yükün ağır gelirse.”

“Olur. Yeni bir yer bulurum.”

Mustafa Doğan


(her şey "ölü şairin defteri'nde yazılı aslında)

Hiç yorum yok: